Sayfalar

İbret


Merak etmeyin yine her zamanki gibi burada yazılacak olayın başlıkla alakası yok. Bir de uzun süredir blogda görsel kullanmadığımı fark ettim; o işe de bir el atayım. Evet görselimiz bu olacak;





 Eveet. Şimdi gelelim mevzuya. Aslında mevzu da yok ya. Yakınmam gereken birkaç özlemim var sadece. Malum; ben sosyal medyada milletin gözüne sokarcasına paylaşmadıkça burayı okuyan da yok ya zaten; rahatım. Hazır kuyuyu bulmuşken midasçılık oynamak da hoşuma gidiyor yani.


 Ya hata bende diyorum. Harbiden bendeydi diyorum. Her gece şu siktiğim yastığına kafamı koyunca diyorum bunu. Ben hatalıydım. Ama sorun o değil ki. Hatam  7 büyük günahtan birisiymiş gibi cezalandırılmak hoşuma gitmiyor sadece.

 Son 4-5 senedir nasıl dibe batıyorum; nasıl boğuluyorum belli değil. Hani hayatında yolunda giden şeyler için şükreder geçersin ve herşey yolunda gitmeye devam eder ya; sadece bugün de nefes alabildim diyebilmek artık benim tek şükür edebilme sebebim oldu gibi. Ne bileyim; azılı bir ateist olma fikri hala aklımın ucundan bile geçmiyor; sığınacak daha büyük bir koruyucu güç inancı her zaman insanları mutlu ediyor.

 Kendisini güvende hisseden insan huzurludur. Ve hiçbir zaman kendimi birisinin kollarında güvende hissedemedim açıkçası. Çünkü suya düştüğümden değil, çıkamadığımdan dolayı boğuluyorum. Hiçbir şekilde yaptığım hiçbir işten zevk almıyorum, uyuşuk hissediyorum, bir çıkış yolu göremiyorum. Aslına bakarsak şunları bile yazasım gelmiyor. Ama oturup birşeyleri dökmem gerekiyor yoksa içimde biriktire biriktire zehirleneceğimden korkuyorum. Şarkılar ruh halimi değiştiremiyor, yeni doğan günlerin bir tanesi bile farklı birşey getirmiyor.

 Neden aralar seneden geçtikten sonra, hiç haber alamadığım birisinden 'sana ihtiyacım var' mesajı falan almıyorum. Ya da neden hep hayatıma yeni birisi girdiğinde bir köşede kabuk tutmuş yarası oluyor? Ve en güzeli; neden ben görmezlikten gelmek yerine o kabukla oynamaya çalışıyorum.. Neden birbirimizin geçmişini merak ediyoruz; neden anı yaşama konusunda takılıp yarınki doğacak güneşin parıltılarını unutuyoruz?

 Neden ilk okuldaki o gözlüklü şişko kızlar şimdi taş gibi oldu?

 Neden ileride çok can yakıcak olan ben can yakan olamadım da bütün gün çamurun, b.kun içinde oynayan kara kuru sıska piçler oldu?

 Neden ben de normal insanlar gibi uyurken normal şeyler yerine fantastik bilim kurgu filmlerini aratmayacak şeyler görüyorum?

 Neden hala seneler geçmesine rağmen Rhcp dinlerken kendimden geçiyorum?

 Neden atın boynuzuna konmuş kelebeğe benzeyen kızlar kendilerini hala bir bok zannetmeye devam ediyorlar?

 Neden bir zamanlar deli gibi istediğim şeyler artık ilgimi bile çekmiyor?

 Neden hep kafam dağınık? 

 Neden her geçen gün 'yalnızlığa' diyerek aslında kendime daha çok hayran oluyorum?

 Neden takım savaşında içimden hep tanka odaklanmak geçiyor?


 Ya amına koyayım. Tam bunalıma girecem aklıma komik birşey geliyor; karşıma değişik şeyler çıkıyor. Sonra siktir et deyip yine beklemeye başlıyorum. Güzel olanı hak etmek için hiç kötülük yapmamış olmak gerekmez değil mi? Yoksa 'Her azizin bir geçmişi, her günahkarın bir geleceği vardır' tezimde haksız mı çıkacağım?

 Göreceğiz. Şimdilik yak bir sigara ve bu güzelliği seyret birkaç dakika boyunca.


Naber Fıstık?


 'Yuh ya binaya baksana kaç katlı öyle' dedim. Beni sanırım 9. kata vermişlerdi. Yani yaşayacağım ev orasıydı. Burası çok güneşli bir yer. Ve okul evimin penceresinden görünüyor. Alt tarafında bir sahil var. Okul sahilin kenarında. Zamanından tam emin değilim ama ilkbaharın başları olmalı. Sabahın köründe okula gitmek için hazırlanıyorum. Bütün yol boyunca denize baka baka gidiyorum. Tabi sigara kullanmıyorum o zamanlar; daha kötü fikirler dönmeye başlamamış aklımda. Yoksa şimdiki aklımla 'boşversene okulu' diye gidip 2 bira alır o sahilde demlenirdim sabahın körü olmasına rağmen.

 Töreni kaçırmışım. Hay Allah; her zamanki alışkanlığım. Müdürün odasında biraz fırça yiyeceğim belli. Ama ben ukala gülüşümü hiçbir zaman bırakmamayı seçmişim ki müdürün odasından da gülümseyerek çıkıyorum. Adamı içeride nasıl sinir ettiysem artık; keyfim gayet de yerinde. Koridorlar upuzun ve çok geniş. Çok büyük bir bina olmalı; 3 tane blok var birbiriyle bağlantısı olan. Yanımda tanımadığım birisi var. Beraber yürüyoruz. Birşeyler paylaşıyoruz onunla. Yemeğimizi, hoşgörümüzü, sevgimizi ve gülüşlerimizi. Sonra ayrılıyoruz; o kendi sınıfına gidiyor. Ama benim canım biraz daha serserilik yapmak istiyor. Gidip birinci sınıfların katında bir sınıfa giriyorum. Tertemiz yüzler; daha sayıları öğrenmekteler. Öğretmenlerine selam verip geçip tam karşısındaki sıraya oturuyorum. Orta yaşlarda bir erkek; hani şu filmlerde falan bahsedilen ama gerçek hayatta kimsede görmediğim 'öğretmenlik aşkı' denen şeyden bayağı var. Kendini öğretmenliğe adamış; hala bekar olduğunu söylüyor. İçindeki çocuk sevgisi eksikliğini burada tatmin ettiğinden falan bahsediyor. Sonra ileride işlerin kötü gittiğini söylediğimde biraz duraksadıktan sonra 'evet' diyor ve devam ediyor, 'bunları böyle her gün kurbanlık gibi yetiştirdiğimi düşündükçe üzülüyorum. Aralarında öylesine yetenekliler var ki; ama aileleri mühendis ya da doktor olmasını istiyor. Anlayacağın; geleceğin sanatçı ruhlarını öldürüyoruz burada.' diyor.

 İçim daha fazla elvermiyor bu geleceğin parlak ışıklarının çarpım tablosu ile sönmelerine. Kalkıp çıkıyorum sınıftan. Geride bıraktığım öğrenim hayatımı düşününce elimde hiçbir faydalı şeyin olmadığı gerçeği çarpıyor yüzüme. Bakkalın beni kazıklamaması için toplama çıkarma öğrenmiştim annemin söylediğine göre. O zamanlar inanıyorsun tabi; çocuk halinin tek mutluluk kaynağı ufacık bir şeker ya da çikolata.

 Yukarı, aşağı. Katları bitmek bilmiyor okulun. Koridorlarında artık tanımaya başladığım insanlarla karşılaşıyorum yavaş yavaş. Sadece selam verip geçiyorum; muhabbet etmek bile yok. İleride isimlerini ve yüzlerini hatırlayamayacağım aşikar. Çok yakın gelmiyorlar zaten bana. Birkaç öğretmen dolanıyor koridorlarda. Kontrol manyağı olmamalarına rağmen çocukların koyun gibi tepkisiz ve bilinçsiz bir şekilde büyümelerinin en büyük savunucuları. Keyifleri yerinde olmalı çünkü para kazanmak için insan eğitiyorlar; kimse işini zorlaştırmak istemez değil mi? Hayallerine gidecek yolun okuldan geçmediği bilincinden olan çocuklar bir köşede oturup o yılların bitmesini bekliyorlar.

 Sonra daha büyük sınıflara ait olduğunu zannettiğim bir kata dönüyorum. Artık yüzler daha belirgin. Gülümsüyorum bu sefer selam verirken. İnsanları tanıdığım zamanlara rast gelmiş olmalı bu dönemlerim. İyi yada kötü; yargılamadan sevdiğim dönemleri atlatmış durumdayım. Ama içimde hala bir karşılıksız güvenme isteği..

 Daha sınıfın kapısına geldiğimde belli; burası benim büyüdüğüm yer. Kapıda biraz oyalanıyorum; her geçene selam vermesem de durup birazcık muhabbet ediyoruz tanıdıklarla. Sonra hoca geliyor; yöneliyoruz içeri. Hoca dediğime göre anladınız; artık öğretmen değil yani. Lisedeyiz.

 Ama hoca mı desem öğretmen mi desem bilemiyorum. Çünkü bana bir harf öğretene saygımı en son onda bıraktığım bir orta okul öğretmenim. Nasıl oldu bilmiyorum ama ondan sonraki öğretmenlerimin hiçbirisine karşı en ufak bir duygu parıltısı bile hissedemedim. Öğretim ve eğitim hakkında söyleyeceklerim bu kadar. Çünkü içeride sanat filmi başlıyor. Ve sanatın hiçbir zaman eğitim öğretim yolundan geçmediğini biliyorum.

 Güneş parlıyor burada demiştim ya; bir anlığına perdeden gelen güneşin sönük kaldığına şahit oluyorum. Kaç sene geçtiğini hatırlamıyor olsam da onu gördüğümde kalbim yine ısınıyor. Kafası eğik, birşeylerle uğraşıyor. Kafasını kaldırmasını deli gibi istiyorum ama ne göreceğimi de biliyorum zaten. Gözlerini hiç kafamdan çıkarmamıştım. Anime karakterleri gibi kocaman, yeşile dönük ela. İçimde bayramlıklarıyla yatan bir çocuğun heyecanı var. Ama gel gör ki film buradan sonra kopuyor.

 Yanına gidip 'Naber Fıstık?' diyerek yanağından bir makas alıyorum. Bakışları şaşkın ama yabancı bir şaşkınlık değil bu. Gözlerinde beni gördüğünde her zaman oluşan parlaklık var. Gülümsüyorum. Ama senelerdir böyle gülümsediğimi de hatırlamıyorum. Sadece ukala bir gülüş atıyor ve pek ciddiye almıyordum normalde. Ama bu sefer içimden bir sıcak hava dalgası fırlayıp yanaklarıma yayılıyor. 'Nasılsın canım' diyor bana şaşkınlıkla kocaman açılan gözlerini bir kenara bırakıp gülümsemesini yüzüne yerleştirerek.

 Tabi bu kısımda dışarıdan bir köpek havlaması geliyor ve rüyanın bu aralığı piç oluyor ama uykuda tutmam lazım kendimi. Tam uyanmamaya çalışıyorum; gözlerimi açarsam tüm herşey silinecek ve çoğunu hatırlamayacağım bile. Bedenimi yataktan kaldıramıyorum; belli ki ruhumun tüm hepsi daha geri gelmemiş, dışarıda bana güzel şeyler göstermeye niyetli bu gece. En azından hava güneşliydi; bu sefer fırtına ve karanlık yok. Ben de bu rüyanın sonunu getirmeye niyetliyim oldukça. Yastığıma biraz daha sarılıyorum her yalnız insan gibi.

 Yan yana oturuyoruz. Karşımda da orta okuldaki o hocam. Geçmişime dair en çok sevdiğim insanla en çok saygı duyduğum insan var ve ben hala bunun rüya olduğu bilincindeyim. 'Kaybolmam lazım' diyorum meleğime. 'Uykunun beni alıp götürmesi gerekiyor ki; gerçek olduğuna kanmam gerekiyor' diyorum. 'Hadi elimi tut ve götür beni dünyanın boş vermişliğinden.'

 Hayatım boyunca hiçbir zaman ingilizce çalışmamış olmama rağmen şu anda bile mukavemeti ingilizce dinleyip anlamamı sağlayan budur herhalde. Severek dinliyorum, gülümsüyorum. Etrafımda hep tanıdık yüzler var. Arkama dönüyorum, etrafıma bakıyorum. Hepsine gülümsüyorum ayrı ayrı. Sınıfta bir mutluluk var. Geçmişimden belirli bir kesit değil çünkü bu. İçimdeki tüm güzel anıları bir araya toplamışım sanki. Şakalaşıyoruz, durmadan kahkahalar atıyoruz sınıfın içerisinde. Zamanın nasıl geçtiğini anlamıyorum bile. Güneş en parlak ışıklarını yöneltmeyi yavaş yavaş bırakmaya başlıyor ve sona geldiğimizi anlıyorum o günlük. Hep büyük bir heyecanla beklediğim o zil sesini duymak istemiyorum o anlık. Çünkü yan yana susuyor olsak da ikimiz de mutluyuz sevdiğimle. Elimi hala sıkı sıkı tutuyor. Uyanmak için hiçbir sebebim yok şuanda. Beni bekleyen sıkıntı ve dertlerin hiçbirisi umurumda değil.

 'Yaşıyorsun değil mi?' diyor meleğim. 'Evet' diyorum. 'Evet ama bilinçsiz gibiyim sanki. Kalbim küçülmüş, ruhumun enerjisi sönmüş gibi sanki. Cebime birkaç gitar riffi doldurup gitmek istiyorum yaşadığım şehirden. Seni özlüyorum, özleyince nefes alamıyorum sanki. Gözyaşlarım boğuyor içimi gibi. Gülüyorum ama hep bir burukluk oluyor sanki. Senelerdir yüzünü görmediğim için artık görmek de istemiyorum ya; hayalini özlüyor gibiyim. Bilmiyorum bebeğim; belki de senle tattığım en büyük mutluluğun arayışı içindeyim ama bir türlü bulamıyorum.'

 Gözlerinden anlıyorum söyleyeceklerini. 'Dur daha bitmedi rüyam; bırakma elimi, daha çok anlatacaklarım var sana' diyorum. Her zamanki gibi ben konuşuyorum; o gülümsüyor. Ben aşık oluyorum, o daha da çok seviyor.

 Zil çalıyor.

 Güneş gölgemizi bizden büyük göstermeye başlamış; demek ki akşam oluyor. Çıkıyoruz dışarı. Sol tarafıma alıyorum meleğimi, her zamanki gibi. 'Sesini duyuyorum kalbinin. Oldukça zayıf ve yorgun gibi geliyor' diyor. Diyecek birşeyim yok; kendime pek dikkat etmedim son zamanlarda. Gülümsüyorum sadece. Sağ tarafımda da öğretmenim var. Dönüyorum ona; 'Dediğin hiçbir şeyi unutmadım öğretmenim. İnsanları sevmeyi sen öğretmiştin bana. Ne kadar kötü olursa olsun her insanın aslında kardeş olduğunu sen öğrettin bana' diyorum. 'Güven konusunda hala sorunların var değil mi' diyor. Kafamı eğiyorum. 'Her zaman bu konuda haklı olduğumu düşünüyorum ama biliyorsun değil mi?' Verdiği cevap hala ikilemde olduğumun kanıtı. 'Sen sadece kendine güveniyorsun; ve bu bazen başına olmadık işler açıyor'

 Sahilde yürüyoruz. Evim gözüküyor. Yolun sonuna yaklaştığımızın habercisi. Ama denizin kenarında olmak istiyorum ben hala. Sevgim ve saygımla beraber olmak istiyorum. Onları bırakıp eve gitmek istemiyorum. Martıların çığlıklarını ve dalgaları duymak bana huzur veriyor.

 'Sizinle yaşadığımı hissettim ben' diyorum kendi kendime. Öğretmenimin omzumdaki eli, sevdiğimin yanağımdaki saçları kendime güvenimi geri getiriyor sanki. Ne yaparsam yapayım sevilmiştim; sonra bir gün birşeyler olmuştu ve kendimi kaybetmiştim. Ama öncelikle bu kötü düşünceleri bir kenara bırakıp anın tadını çıkarmalıydım.

 Havadan sudan konuşuyorduk. Arkada bir melodi vardı sanki, herşey uyumlu gibiydi. Gülümsüyorduk, mutluyduk ve huzur doluyduk. Bembeyaz köpükleri dalga dalga kıyıya vuruyordu denizin.

 Güneş iyice kırmızılaşmaya başladı ve öğretmenime dönüp 'Büyüdüğümde hiçbir şeyin o yaşta gördüğüm gibi kalmayacağını söylediğin an buydu değil mi' dedim. 'Evet aslanım, o zaman çok temiz ve saftın, daha kirlenmemişti ruhun diğer insanların kötülükleriyle' dedi. 'Ve demiştim ya hani sana, bir gün kendini mutlu hissettiğin her anı özlediğin olacak. Ama o zaman bile asla kendini salma. Çünkü sen değerlisin ve bunu biliyorsun' diye ekledi. 'Benim artık gitmem gerekiyor; senin çok sık söylediğin gibi; herkes kendi hayatını yaşıyor evlat. Ama birlikte olduklarının değerini bildikçe yaşamına renk geliyor. Sakın elindekileri yitirme. Sen büyürken sadece iyi şeyler değil; kötü şeyler de büyüyor. Sıkıntıların, dertlerin, yalnızlığın da büyüyecek. Unutmayacağını biliyorum ama bir daha hatırlatayım; dünyayı güzelleştiren insanlardır; o yüzden karşına çıkanlara her zaman yaratıcının bir parçasıymış gibi saygı ve sevgi duy. Kendine iyi bak aslanım; bir gün görüşmek üzere.''

 Kafamı sevdiğimin saçlarına dayamış bir şekilde öğretmenimin gidişini izledim. Saygım beni orada sevgimle başbaşa bırakıp gitti. Ama saygımın yerine koyabileceğim birşeyi bıraktı; insanlara değer verme yetisini.

 'Sona yaklaşıyoruz değil mi?' dedim karamsar bir şekilde.

 Yüzümdeki umutsuzluğu tek bir bakışı ile silebilen tek varlığa bunu söylemem aptallıktı evet ama ne yapabilirdim ki. Gülümsedi ve bana sarıldı. Kulağıma 'Hayır daha seninle yapacaklarımız var' dedi.

 Elimden tutup beni sahile doğru götürdü. Kumların üzerine oturduğumda kumların aslında pamuk gibi yumuşacık olduğunu hissettim. Ufuklara doğru baktığımda kesinlikle sonu yoktu. Belliydi; dünya üzerinde değildik. Ama bu cennet de olmamalıydı; çünkü içimde hala bir endişe ve karamsarlık vardı.

 'Nerede olduğumuzu düşünmeyi bırak; bak benim yanımdasın işte' dedi. Saygımı yitirmiş, sevgimle bir deniz kenarında pamuksu kumlar üzerinde baş başaydım.

 'Sen öğrettin bana biliyorsun değil mi' diye söze başladığımda eliyle ağzımı kapattı ve susturdu. 'Sadece anın tadını çıkar' dedi ve dudaklarını dudaklarıma yaklaştırdı. Sonrası birkaç güneşli pazar kahvaltısı gibiydi. İçindeki sıcaklığın dudaklarımla bana geçişini hissediyordum. Sanki buna hep ihtiyacım varmış gibiydi. Yaşam enerjisi böyle doluyor olmalıydı. Gözlerimi açtım ve karşımda dünyanın en güzel gülüşünü yakaladım.

 'Sen de özlüyor musun ki' diye sormak geldi içimden. Ama o zaten biliyor gibiydi. Kafasını salladı sadece. 'Daha ne kadar düşeceğim peki?' dedim. 'Bilmiyorum; ama boğazını kesme fikrinin kötü olmadığına inandığın sürece düşmeye devam edeceksin' dedi. Güneş üzerimizde artık son ışıltılarını yayıyordu.

 Düşünmek için fazla zamanım yoktu. Aklımda milyonlarca soruyla durdum öylece. Aslında tek bir soruydu milyonlarcasının özeti. Sadece bir 'Neden?' demeliydim. 'Neden bu kadar acıya sebep oldum?'.

 'Saygının da sana söylediği gibi; sen büyürken sadece iyi şeyler değil, kötü şeyler de seninle büyüyor. Senin kaldırabileceğinden fazlası sana yükleniyor ve en sonunda isyan ediyorsun. Diğer insanlar da bunu yaşıyorlar, hep birşeylere tutunup kendilerini uyuşturmayı seçiyorlar. Sense boş veriyorsun. Aslında senin saçının, sakalının, giyiminin ve davranışlarının bu kadar baştan savma olmasının sebebi boş vermişliğin. Değer vermiyorsun çünkü. Kaybettiklerinin değil, kendi hayatının yasını tutuyorsun. Düzeleceğine inanmıyorsun. Ama hiçbir zaman umudunu da kaybetmiyorsun. Seni sona götürecek olan trenin ne zaman geleceğine asla bakmak istemiyorsun.  Ne zaman düşeceğini merak ediyorsun ama kaymaktan da memnunsun. Yaşadığın acılardan zevk almaya başladın artık. Çünkü umursamıyorsun..'

 Ondan sonra hayatıma giren kızların söylediklerinin toplam bir özeti gibiydi. Hiçbirini onun yerine koyamadığım, sevgimi de hak etmediklerini düşündüğüm kızların ortak fikriydi bu. Hepsini birden duymak hoştu tabi. En azından bu seferlik 'Umurumda değil' demeyecektim.

 'Sen dememiş miydin bana güzel meleğim; hani senden sonra kimseyi sevemeyecektim? Aradığımı bulamayacaktım; yalnız olmasam bile yalnız hissedecektim kendimi..' dedim.

 'Peki sen hiç yaşamayı bıraktın mı bebeğim? Her gece sabaha kadar uykusuz kalıp sonra günün ilk ışıklarıyla denizi koklamaya, rüzgarını hissetmeye neden gittin?' dedi.

 'Bunun olacağına hiç inanmamıştım biliyor musun.' dedim. 'Siz beni bıraktıktan sonra öylesine yaşıyorum sadece; artık hiç saygı ve sevgiye sahip olamayacağımı düşünüyorum. Beni öteki tarafa mı yoksa sevdiğim yere mi bırakıp terk ettiniz; bilmiyorum. Sadece uyuştuğumu biliyorum. Eddie Vedder 'Oh, I, oh, I'm still alive' diye bağırırken hep kendi kendime aynı soruyu soruyorum. Gerçekten ben de hala hayatta mıydım?'

 'Orada aslında gerçekte o zaman geçirdiğin insanların değil de rüzgarın yüzünü okşadığını biliyordun. Herşeyin farkındaydın onca zaman; hep farkında oldun. Sen hiç kendini kaybetmedin aslında. Nefes alabildiğin her yeri evin kabul ettin ve oraya sığındın. Senin o gökyüzü olmayan şehirde hala hayatta kalabilmiş olmanın sırrı da bu zaten. Senin yüzünü okşayan rüzgarı benim sana yolladığıma inanmış olmandı seni hayatta tutan. Aşık olamadın, sadece kocaman kalbini paylaştın. İçindeki sevginin büyük bir kısmını bende bırakmış olsan da hep yeniden sevebileceğine inandın. Ve ben bu sefer sana geldim; vedalaşmadan gitmiştik ya yollarımıza; bu sefer vedalaşıp bende bıraktığını sana geri vermeye hazırım.' dedi suratında kocaman bir gülümseme ile.

 Aslında söyledikleri ne kadar acı da olsa o gülümsemeyi gördükçe içimde hiçbir sızı hissetmiyordum. Senelerdir zihnimin ulaşamadığım kısımlarına atmış olduğum gerçeklerdi bunlar; sadece ben biliyorum sanıyordum. Sanırım bu sefer sona gelmiştik; ama ben yine de gönülsüzdüm bu konuda.

 'Hayır istemiyorum; sana verdiğim değeri, sevgiyi hiçbir zaman kirletmeden sakladın sen. Hiç karşıma gerçekten de kendimi kollarına bırakabileceğim birisi çıkmadı. Hep uzun yolculuklara çıkıyor gibi hissettim kendimi kilometrelerce yollar giderken. Aslında en uzun yolculuğum buymuş benim. Senelerdir beklemişim. Hani cehennem tasvirlerinden birisinde vardı; sırayı beklersin; sıra sana gelir ve kuyruğun en sonuna dönersin ya. İşte öyle olduğuna inanmıştım hayatımın. Hep tekrarlayan şeyler vardı. Hep aynı oyun dönüyordu sanki sahnede. Perde her kapandığında yeni birşeyler bekledim; ama olmadı.' dedim.

 'Sensin ama hala 'Hayatımın daha çeyreğini yaşadım; önümde uzun yıllar var' diyen. Sevgini ve saygını kaybettiğini sanarak aslında hata ettin. Hep içinde sakladın; değer veremediğin hiç kimseye onları da sunamadın. Emin ol; bir gün karşına hepsini verebileceğin birisi çıkacak. Ve kesinlikle umudunu kaybetmeyeceğinden de şüphem yok. Sen sadece dünyanın çiçekli bahçelerinde koşmayı seviyorsun. Hiçbir şeyden habersiz kalmak sana yaşama inancı veriyor. Bırak yüklerinin hepsi düşeceği yere düşsünler. Zihnini boşalt ve hayallerine odaklan.'

 'Ben en son hayal kurmayı sende bıraktım' dedim. 'Hayallerin peşinde koşmak güzel ama yıkıldıkça sadece spor yapmış oluyorum gibi geliyor' diye ekledim.

 Güneş artık son parıltılarını vermek üzereydi. Deniz daha da köpürmeye başlamış; hava soğumuştu. Sarılmalıydım artık. Isınmalı ve yoluma devam etmeliydim. İkimiz de bunun farkındaydık.

 'Yoluna artık öyle hissiz bir şekilde devam etmeyeceksin. Ben sana geride bıraktıklarını, zihninin derinliklerine ittiklerini geri vermek için buradayım. Söyleyecek çok şey var; benim de senin de bir sürü sorularımız var. Ama sen de biliyorsun ki hayat kısa. Emin ol bir gün karşına tüm benliğinle sarılabileceğin birisi çıkacak. Aklındaki şeytanları bir kenara at ve zihninin bulanmasına izin verme. Frusciante dinlediğini biliyorum; o melodileri yaşıyorsun sanki. Beni en son Teoman'la bıraktığın için artık hatırlamıyorsundur bile belki.'

 'Frusciante yalnızlığımı anlatıyor bana; geçmişimi, pişmanlıklarımı, şimdiki anımı, hayallerimi. Her şeyimi. Teoman dinlemeyi bıraktım evet; içimdeki serseriyi çıkarıyor ortaya.' dedim. Daha çok şey söylerdim ama iyice üşümüştüm.

 Kalktık ve evime doğru yürümeye başladık. 'Sona geldik değil mi?' dedim. 'Evet meleğim' dedi. 'Sen daha önce bana hiç 'meleğim' dememiştin dedim. 'Evet ama hep demek istemiştim fırsatını bulamamıştım.' dedi. Gülümsedim ve biraz daha sıkı sarıldım. Denizin sesi artık sesimizi bastırıyordu.

 'Artık gün batıyor; senin zamanında ise aydınlanmak üzere; bir daha ne zaman karşılaşacağımızı bilmiyorum. Birazdan saygın gibi ben de gideceğim. Yine aynısı oldu; yalnız kaldım diye düşünme. Çünkü artık biliyorsun; bunların hepsi senin içinde. Kendine iyi bak bebeğim; umarım bir gün yeniden karşılaşmak dileği ile. Bu sefer önceden yapamadığımız o vedalaşmayı yapabileceğiz sonunda. Zihninden ve kalbinden çıkıp gidiyorum; seni çok özleyeceğim..' dedi. İlk kez gülümsemiyordu.

 Bu sefer benim gülümsemem gerekiyordu. Çünkü her zaman güçlü duracak olan ben olmuştum. Bana öğrettiği onca şeyden sonra oturup ağlamak da anlamsızdı zaten.

 'Bana yaşattığın tüm mutluluklar için teşekkür ederim meleğim. Senin sayende büyüdüm ben. Bunu hep saklamışımdır ama şimdi söylemenin tam sırası. Sen hayatıma giren en güzel şey oldun ve hep öyle kalacaksın. İçimde sakladığım sevginin vücut bulmuş hali senmişsin evet bunu şimdi anlıyorum. Kendine iyi bak herşeyim. Başka bir zamanda rastlaşmak üzere.' dedim. İçimdeki canavarın kükrediğini hissediyordum ama bu sefer sonun geldiğini biliyordum. Susmalıydım. Hayatımda ilk kez susmayı seçtim.


 Kafamda çalan şarkı ise senelerdir aynı gibiydi. Her hatırladığımda.

                              



 Evime neredeyse gelmiştik. Kapıya yaklaştığımızda birkaç damlanın üzerime düştüğünü hissettim. Yağmur başlıyordu. Biliyordum; bu güzel meleğimin gidişinin habercisiydi. Kafasını kaldırıp son bir kez daha baktı. 'Biliyorum meleğim; hadi kanatların ıslanmadan git artık. Söylediklerinizin hiçbirisini unutmayacağım bundan sonra.' dedim o aklıma kazınan eşsiz gözlerinin içine bakarak.
 Gülümsedi ve güneşin son ışıkları da üzerimizden kaybolurken pamuksu kumların üzerinde gözden kayboldu.


...



 Sonra uyandım. Sonraki birkaç saniye elimi yüzüme götürdüm ve olabildiğince ayrıntılı bir şekilde zihnimde tutmaya çalıştım. Avucumda su tutmaya benzese bile hiçbir anını aklımdan çıkarmayacağımdan emindim.

 Saygımın ve sevgimin beni aslında hiç terk etmediklerini, zihnimin bir kenarında hep doğru anı beklediklerini gördüm. O an geldiğinde yaşama tüm isteğimle sarılacağıma eminim. Şimdilik sadece yağmurun geçmesini beklemeliyim.

                                    


Gelecekteki Sevgiliye Bilmem Kaçıncı Mektup.


 Korkma beni ilk gördüğünde yabani bir hayvan gibi davranırsam. Mizacım bu napayım. Yeni birisiyle tanışınca oldukça geride tutuyorum kendimi istemeden. Güvensizlik falan sanma, güvenme konusunda gel-gitlerim olmadı hiç. Çünkü kimseye güvenmedim hayatım boyunca. Bunu birisinden de öğrenmedim aslında. Dediğim gibi, mizaç meselesi.

 Bana güven ve sadakat konusunda sorular sorma, ufak testler yapma. Kendime bile sadık değilim neredeyse. Kafamın içerisinde her saniye farklı bir geyik dönüyor ve ben bunu kontrol edebilecek olgunluğa erişmiş sayılmam pek.

 Buralar kışları soğuk oluyor bayağı. Bere ve atkını da al da gel arada bereyi isterim halı saha maçım var kafam üşür diye. Sakın ponponlu olmasın ama bak on civarı erkeğin arasında pembe ponponlu bir bere takmak istemiyorum. Sakın deri ceketime laf etme, ben kışları mont gocuk falan takılan bir adam değilim. Yakalarımı çeker, ellerimi cebime atar bütün gün kar altında yürüyebilirim. Yılın 9 ayı deri ceket giyebilme potansiyeline sahibim sanırım. Ha; üşürsen g.tümdeki donu bile sıyırıp sana giydirebilirim ve asla üşüdüğümü itiraf etmem. Sonraki 2 hafta dışarı çıkmak istemezsem de anla işte hasta olmuşumdur.

 Üzeceksen hiç gelme diye bir kaide de yok tabi. Amaan, kimler üzmeye çalıştı kimler bunca zaman zaten. Pek taktığımdan değil yani. Şimdiden seni sevmeyecekmiş gibi konuşuyorum evet ama hadi şaşırt beni, sürprizlere bayılırım. Arada çiçek ve çikolata alırım sana mesela. Sen de bana bonibon al, ne bileyim ufak şeylerle mutlu olurum ben zaten ki.

 Sakın bana salata tarzı ot çöp yedirmeye kalkma dışarıda. Ben sosisli ve elmalı soda için adam öldürebilecek birisi olarak kesinlikle ucuz ve özensiz yemeklere bayılırım. Senelerdir alışkanlığım herhalde; bilmiyorum neden ama seviyorum işte.

  Bir de 'x burcu kızı' 'y burcu lezbiyeni' vs olma diye olaylarım da yok. Burçlarla ilgilendiğim zamanlar geride kaldı. Zamanında kızları etkiliyordu ama artık elimde daha somut şeyler var ilgilenebileceğin. 'Zamanındaki kızlar kimdi' diye de sorma bi zahmet çünkü yolda görsem yüzlerini hatırlayamam yani. Ha; engelliler haftamı kutlayabilirsin mesela. Bütün sosyal paylaşım sitelerinde en az 300 kezbandan engel yemişimdir bunca zaman çerçevesinde.

 Beraber yeni şarkılar keşfedemeyeceğiz ya ona üzülüyorum. Günümüzde yeni çıkan şarkılar bildiği bok. Eskilerin de hepsini dinlemişimdir zaten. Bilmem belki de müzikten anlıyorsundur; yeni birkaç şey yazıp besteleriz falan kötü de olmaz hani.

 Tek bir şehir insanı değilim ben ama. Bir parçam İstanbul'da bir parçam Karabük'te bir parçam Giresun'da kaldı. İstanbul'da kayboluyorum mesela; umursamazlığın yüzüme çarptığı tek şehir burası. Olgunlaştığım, fikirlerimin değişip geliştiği yer Karabük. Doğaya saygımdan değil ama iç huzurumu sebepsiz tavan yaptıran yer Giresun. Kendimi bulabildiğim tek yer senin yanın olsun her nerede olucaksak eğer.

 Sırf bacaklarının arasında bir amı var diye yalakalanan hiçbir hatuna yüz vermedim hayatım boyunca. Belki de bu yüzden bana yavşayan hatunların işini zorlaştırdım bunca sene. Hayallerindeki erkek belki de ben olmayacağım, daha önce daha mutlu olduğun anlar olmuş olacak belki de. Ama o an yanında ben olacağım, sana sarılacağım ve bir derdin olduğunda yanında ilk ben belireceğim. Mükemmeliyetin asla durmadan sırıtmaktan geçmediğini anladığım günler cebimde 5 kuruşum yoktu benim. Çulsuzun tekiydim; yalnızdım; çevremde derdimi dinleyecek, başım sıkışınca yanıma gelecek kimsem yoktu ama iyiydim, güçlüydüm. Çünkü ihtiyacım yoktu. Mükemmeldim. Kendi kendime yetebiliyordum en azından.

 Sigaraya ilk başladığında ailen görene kadar saklarsın ya hani. Ben de kendimi öyle saklıyorum şuanda. Seni görene kadar gizli gizli yaşıyorum. Lütfen seni tanımaya zorlama beni; ve beni çözmeye çalışma ben seni tamamlamaya başlamadan. Sus deyince susanlarla, git deyince gidenlerle, yalnız kalınca ağlayanlarla karıştırma bir de beni.

 Çok afili sözler bekleme benden. Ben Aşık Veysel değilim ki sana atarlı atarlı 'yol var gidersen çay var içersen' diye dizeler döktüreyim. Gerçi aynısını ben söylesem apaçi dersin de neyse. Beraber oyun oynayalım mesela. Barcelona'yı sen al, ben Akhisar Belediye bile olurum. Hatta Lol öğren; sen adc ol yeter ki. Sorun yok ben suplarım seni. Ama ward almam söyleyeyim.

 Saatim yok mesela. Evet kollarımda zamanı gösteren hiçbir şey yok. Bileklik takarım arada sırada. Sakın onlarla dalga geçme. Sen de al bi tane onu takayım yani. Dövmem vardı sırtımda; sildirdim aylar sonra.  Güneşe çıkınca hala kıpkırmızı olup kabarıyor yeri. Başka bir kusurum yok vücudumda. Zaman kontrolü büyük adamların işi, bu yüzden hiç saat takmadım koluma. Sınavlara girdiğimde bile kolumda saat olmazdı. Bir gün öleceğini bilmek insana her anını dolu dolu yaşama isteği veriyor değil mi?

 Yaşamış ol. Öğrenmiş ol. İstersen ben bunları yazdığım zamanlarda sen çatır çutur sevişiyor ol. Mutlu olmuş ol, zevk almış ol. Siktir yemiş ol. Cebinde 5 kuruşsuz geçmiş günlerin olsun. Günlerce sadece ekmek, su ve sigara ile hayatta kalmış ol. İnsanların ne kadar insafsız olabildiklerini görmüş ol. İleride zorlu bir hayatın bizi bekleyeceğinden falan değil; en azından kanaatkâr ol.  Birkaç projem var bir erkek çocuğu da içermekte olan. Onlarla ilgili yardımına da ihtiyacım olacak.

 Bu mektubu sana verdiğimde ilk olarak 'bu devirde mektup mu kaldı ayol' de. Kesinlikle bunu de ama. 'Ayol' yerine 'amk' dersen ağzına vururum söyleyeyim de. Küfür etme gözünü seveyim ben zaten yeterince ağzı bozuk bir insanım. Sonra içerisinde kendini aramaya çalışma. Sen geldiğin zaman olduğun gibi gelecek ve öyle sevileceksin. Bunu sana gösterdiğime pişman etme beni.

 Gelince kaybol benimle, ki beni yeniden bulalım bu sonsuz boşluğumda.

İyi ki şimdiden hayatımdasın.

 Bu albüm hala kapağı açılmamış bir şekilde duruyor çekmecemde. Oturup beraber dinleriz, sonra sana hediye ederim.


                                   

Çılgın

 Çok çılgın görünüyorsun gözüme bebeğim.

Elimde sana verebileceğim somut hiçbirşey yok ne yazık ki. Yıllardır yaşıyorum evet ama kenara hiçbirşey koymadan, günümü gün ederek, şarkılar söyleyip dans ederek hayatta kaldım sadece. Hiçbir birikimim yok, elle tutulur bir başarım yok, toplumda kendime bir yer edindiğimi söyleyemem. İnsanlarla aram da pek iyi sayılmaz. Hani iyi dostlar biriktirip bir aile falan kuramadım.

 Ne düşünüyorsun bilmiyorum. İçinden hangi şarkıyı söylüyorsun acaba. Mesela ben bir zamanlar hep 'ben nasıl büyük adam olucam' diyordum. Albümünün adı bile çok hoş bilmem fark ettin mi? ''Zaman beklemez'' demiş pinhani. Sonra demiş ki; bilmezdim adımı bilmezdim, aradım her şehirde aradım; koştum dere tepe aştım dolaştım, kimin uğruna; ne uğruna...

 Evet bebeğim herkes köşesini kapmış ama ben nasıl büyük adam olacaktım? Küçüklükten beri hep hayaller biriktirdim içimde. Peşinden spor olsun diye koştum; onlar da sağ olsunlar uyumama yardımcı oldular her yatağa yattığımda.

 Müzik zevkini merak ediyorum mesela. Ben coldplay dinlerken gözlerimi kapatıp bazı melodilerin gerçekten de cennetten düştüğünü düşünüyorum. İnsana huzur verebilen 5 duyudan sadece birisi bu ama. Bazen bebeklere dokunuyorum. Elini tuttuğumda sıcacık bir canlının beni hissetmesi, benim onu hissetmem.. O da bir canlı ve beni hissedebiliyor. Varlığı ile insanları mutlu ediyor. Ne kadar sorun çıkarırsa çıkarsın sevilebiliyor.

 Evlilik denen şeyin karşılıklı tahammül, saygı ve dayanışmaya dayalı olduğunu öğrendim bunca sene. Bilmiyorum; bir insanı tüm hayatın boyunca taşıyabilecek miyim acaba tüm iyiliği, kötülüğü, mutluluğu ve üzüntüleri ile. Ama tek birşeyi biliyorum. Ben mutlu etmek istediğim insanları mutlu ederek mutlu olan birisiyim. Bunca sene karşıma çıkan her kıza en özelmiş gibi davrandım, hiç tatmadığı mutlulukları tattırdım. Hepsi memnun bir şekilde elimden tuttular. Eh, sonunda bitmesi gereken hikayeler de her zaman olduğu gibi bitti. Pişmanlıklar, üzüntüler, hayal kırıklıkları hayatın devam ettiği gerçeğini değiştirmiyor neyse ki.

 Geçmişini merak etmiyorum biliyor musun. Neden diye sorarsan; kendiminki ile bile ilgilenmiyorum, seninkini neden kafaya takıp gelecekteki seninle olacak olan beraberlik hayallerimizi kurmayı bırakayım?

 İnsanlar umursamaz, insanlar bencil ve nankörler. Herkesin kendi kafalarının içerisinde kurduğu ufacık dünyaları ve dertleri var. Başka bir insanı önemsemek, gerçekten birileri için üzülmek artık pek de görülebilen şeyler değil zamanımızda.

 Dünyanın neresindeyim, kimin için neyim, ne durumdayım, kim beni önemsiyor.. Hiçbirisinden haberdar değilim. Çünkü pek ilgilendiğim söylenemez. İlgi alanlarım hep oldukça az insan barındırdı. Mesela müzik yapmaya başladım; hep tek başıma oturup gitar çaldım yıldızların ve ayın aydınlattığı balkonumun taşlarının üzerinde. Sigaramın dumanının kıvrılışını izlerken her seferinde aklıma 'gençlik ruhu' kokan o kız nasıldı acaba sorusu takıldı. Kurt gerçekten de yolda gezerken beğendiği kızın parfümü için mi o şarkıya öyle bir isim koymuştu ki? Ya da sevdiği birisi ile ilgili miydi?

 Bazı geceler sabahladıktan sonra hava aydınlanmaya yakın uyku yerine dışarı çıkıp dolaşmayı tercih ediyordum. Karabük sokakları çok sessizdir. Kedi bile olmuyor işte, öyle düşün. Kulaklığımda Pearl Jam 'Alive' derken ben sadece neden yaşadığımı düşünürdüm.

 Bir gün gelip birisi elimden tutacaktı ve tüm hastalıklarımı, mutluluğumu, üzüntümü, sevincimi paylaşacaktı. Kendisinden de birşeyler koyacaktı ortaya. Ve güven duygusu aşılayıp özveri ve yaşanılanların tecrübesi ile ben de başımı onun göğsüne koyup sadece hayal kuracaktım. Buna inandım o uykusuz gecelerin yalnız sabahlarında. Uykusuzluk sarhoşluktur aslında. Kendimi defalarca üzerinden geçtiğim o köprüden atmamam için hiçbir sebebim yoktu. Üstelik sarhoştum, yaşama umudum yoktu, elimde hiçbirşey yoktu. Ama ben sadece bu küçücük inanca tutunarak hayatta kalmayı başardım. Geride bırakacağım sadece annemin ve babamın üzüntüsünden ibaret olmamalıydı. Yalnızdım, sinirli ve asosyaldim. Sadece kendimi düşünüyordum. Yaşama dair hiçbir kaygım olmadı. Bu yüzden cesurdum her seferinde.

 Sana yalan söyleyemem; çok fazla kadın tanıdım. Cesurdum çünkü. Gençtim, deli dolu ve hiç bitmeyen bir enerjiye sahiptim. Birkaçı haricinde hiç üzerinde durmadım hayatıma giren kadınların ne yaptıklarının. Aldattılar, terk ettiler, salakmışım gibi davrandılar, çaresizliğimi yüzüme vurduktan sonra hiçbirşeymişim gibi hayatlarına devam ettiler. Bende pek üzerinde durmadım. Ne leyla için çöllere düştüm, ne de şirin için abazalıktan dağı deldim. Ben sadece bana iyi davranan insanları üzmek istemedim. Önüme gelen her kızla çıkmadım elbette ama o zamanki genç ve zinde halim kadın ruhunun inceliklerini merak ediyordu. En derinlerine kadar indim, bir bok bulamadım. Bazen dengesizliğim tuttu hiçbirşey söylemeden öylesine çekip gittim, bazense deliler gibi saplantı haline getirdim. Ama hep o yastığa başımı koyduğumda sadece kendimi düşündüm.

 Birisi ile tanıştığımda o gece o kişi hakkında uzman olabiliyorum mesela. Dört dörtlüğüne rastlamadım, mükemmeli de aramadım. Her seferinde bir arızası olan geldi bana çattı. Erkeklere karşı önyargılılar, inancını yitirenler, aşka inanmayan, hiçkimseye güvenmeyenler hep geldi beni buldu. Yapmam gereken çok basitti aslında. Önce ruhuna, sonra tenine dokunmak. Ben hep ten kısmına geldiğimde kendime olan saygımdan ödün vermemek uğruna o raddede kaybettim. Kimseye zorla birşey yaptırmadım. Sevdiğini yatakta bacaklarını omuzuma atarak gösterecek olanlardan hep uzaklaştım.

 Elimi tuttuğunda gözlerinin içi gülen bir varlığa tüm benliğimle sarılabilirim aslında. Her ne kadar kendini beğenmiş birisi olsam da, dünya benim etrafımda dönüyor gibi hissetsem de ben de birisinin etrafında dönebilirim diye düşündüm hep.

 Zaman hızlı geçip gidiyor bebeğim. Sana bir an önce 'herşeyim' diyebilmeyi çok isterim. Sen de kabul ediyorsan eğer, ellerini her tuttuğumda kalbimin nasıl çarptığını hissetmek istiyorsan, sen de korkuyorsan eğer yalnızlıktan..

 Ömrümün sonuna kadar uyandığımda ilk gördüğüm gözler seninkiler olsun..




Gidici

 Nasıl anlatsam, nerden başlasam bilmem.. Aslında başlık üzerinden yola çıkabiliriz.

 Gidici olan benim değerli okuyucu. İçimdeki yaratığın son çığlıklarını duyuyorum her gece. Beklemediğim bir anda gerçekleşebilecek ve bana 'bu evrenin soyunma şeklidir' diyebilecek bir arzum bile yok artık. İçi boşaltılmış bir ördek gibi hissediyorum kendimi. Hani sadece 'ben buradayım, yaşıyorum' diyebilirim fakat dışarıdan göründüğü gibi bir iç huzur taşıyamıyorum hiçbir zaman. Sadece nefes alıp verdiğimi biliyorum, şükrediyorum ve yoluma devam edebilecek kadar enerjim olduğu için seviniyorum.

 Etrafımda kalan birkaç iyi insan var sadece. Onlarla vakit geçiriyor, onlarla eğlenebiliyorum. Bazen kendimi kaybedene kadar içiyorum. Çünkü içince hallolmadığını, hallolmayınca içildiğini öğrendim.

 Son birkaç yıldır, özellikle liseden mezun olduğumdan beri hiç kendimi tam bir şekilde mükemmel ve mutlu hissedemedim. En büyük kahkahamın içerisinde bile hep bir 'sonraları da böyle olabilecek miyim' kuruntusu geçti. İnsanların arasında kendimi yalnızken olduğum kadar rahat hissedemedim. Birkaç tane çok güzel kızla takıldım. İçlerindeki yaşama arzusunu gördükçe kendimi de mutlu hisseder gibi oldum. Aslında hep ben mutlu etmeye çalıştım. Öğrendiğim en dandik şeydi bu diyebilirim. İnsanları mutlu edince ben de mutlu olacakmışım. Bir süre sonra gülmenin bulaşıcı olduğunu öğrendim. Karşındaki gülünce sende gülüyorsun haliyle.

 İnsanlar yeni tarzımı gördükçe mükemmel olmuşsun diyorlar. Saçlarımı daha önce olmadığı kadar uzattım. Sakallarımı da haliyle. Tamamen kendi haline bıraktım anlayacağınız. Arada sırada şekil veriyorum falan. İnsanlar bunun bir tarz olduğunu düşünüyorlar. Ben berbere gitmeye üşendim aylarca ve bu duruma geldim. Anlamıyorlar ve güzel olduğunu düşünüyorlar. Bilmedikleri birşey var; aslında saçlarım benim boşvermişliğim.

 Bu yazı şarkısız olacak gibi. Tamamen sessizliğe verdim kendimi. Bıktım artık tüm gece oturup sabahlara kadar göt kadar odada takılmaktan. Arada sırada çıkıp kendime bir iş bakayım diyorum, öğrenci olduğum için herkesin geçici birisini aramadığını söylemesi sonucu hayal kırıklığı ile dönüyorum.


Gölgesiz Birey - Deli

 Back in black
 I hit the sack
 I' ve been too long I' m glad to be back
 Yes I' m, let loose
 From the noose

 Kafamı gömdüğüm yastıktan kaldırıp bir an önce ayılmam gerektiğini söyleyen zil sesime biraz kulak verip tavanı seyrettim. Göz kırpmak geçti içimden bir an. Çünkü her gece yatmadan önce konuştuğum o kireçli duvarın cana gelmiş olması olasıydı.

 Aradan çok uzun zaman geçti sanırım. En son tabutumun kapağıyla konuşurken birden vazgeçip kırıp hayata atılmaya karar vermiştim. O gün hayatımın dönüm noktasıydı diyebilirim en azından. Çünkü o andan beri yaşadığım herşeyin sona ermiş olması ve şu anda aynada kendime baktığımda yaşlanmış göründüğümü hissetmem açıklayıcı.

 Terk edildim sanırım bir kere.

  Ama terk edilme korkusu denilen şey artık hiçbir şekilde besleyemediğim duygu. Çünkü ben kaybettikten sonra elimdekinin değerini anlayan bir insan olarak severse sever, sevmezse sevmez mantığında ilişkilerimi yürütürüm ve sonra bir bakmışımdır ki kuş çoktan kafesi terk etmiştir. Ondan sonra sancılı dönem başlar, bağlar koparılır, geri dönme ihtimali bile yok edilir karşı taraftakinin. Çünkü terk edilmeden daha çok kaybetme korkusu denen birşey vardır. 
 Günümüzde erkekler kızlara göre eş bulma konusunda biraz daha şanssız durumda. Ülkemiz ve yaşıtlarım için konuşuyorum (18-23) çünkü bu yaşlarda biz erkekler olarak (lan tamam sadece ben kendimi baz alıyorum) biraz seçici davranırsak eğer o kişiyi özel bir yere koyup o kıza diğer kızlardan farklı bir gözle bakıyoruz. Sonuçta özelleştirip, yüceltmiş oluyoruz. Ha yaptığım hata mıydı? Hata işte kimse yüceltilecek kadar kusursuz değil tabi. Belki bunu karşımdakine hissettirmem ama her birlikte olduğum kadına sırılsıklam aşık olurum zamanla. (Evet o yüzden her seferinde balık burcu olmam gerektiğini savunmuşumdur zaten) Bu noktada sırılsıklam aşık bir adamın terk edilme korkusu olması gerekiyor değil mi?
  Değil işte. çünkü maymun gözünü açtı ağalar. Belki şimdi anlatacaklarıma karşın ''aşk bir kere yaşanır ve sen onu yaşamışsın, ders almışsın, diğerleri saplantı ya da saçmalık sadece'' diyebilirsiniz. Ama yine de anlatayım ben.
 Mükemmel bir adam değildim, 1.90 boyunda, sarışın, renkli gözlü, adonisli, (adonis var da diğerleri olmayınca anlamsız kalıyor), spor arabalı bir adam değilim yani anlayacağınız. Ve bir kız için dünyaları yakacak kadar gözümü de karartmadım hiçbir zaman. Fakat aşk için yaşayan insan modeline birebir uymuşumdur kendimce. (Birisi için dünyayı yakmak apaçiliktir, aşk değil bu arada.) Ve ben ergenlik dönemini bunalımlı bir şekilde geçirirken hayatıma birisi girdi. Düzeltti, bunalımdan kurtardı, bir nevî büyüttü diyelim. Ve ikizler burcu erkeği'nin güzide niteliklerinden birisi olan 2. anne arayışıma yanıt vermiş bulundu. Biz çok iyi 2 dost iken birlikte olma kararı aldık. (Kafama sıçayım ne diye en iyi dostunu kaybetme riskini göze alırsın ki) her neyse, 1 aydan fazla süremedi zaten ilişki dediğimiz ama aslında sadece aramızdaki dostluk ilişkisine kıskançlık ve çekememezlik eklediğimiz o yaratığımsı rahatsız edici olgu. Ve bitti. Bitmesine yakın terk edilme korkusunu köküne kadar yaşadım. Düşünsene; ergen bunalımındasın ve bir kız gelip seni kurtarıyor. O kız hayatından çıktığı zaman bir daha boşluğa düşme, bunalıma girme korkusu yaşayacağım. Bu yüzden korktum. Biraz sancılı bir ayrılık dönemiydi açıkçası. 

 Ve ben o ilk darbeden sonra bu duyguyu beslememe kararı aldım. Tabi sonra hayatıma giren her kıza aynı duyguları besledim, deli gibi aşık oldum, savaştım, hepsine aynı insaniyeti ve özeni gösterdim, korudum, kolladım. Ama hiçbir zaman gitmek isteyene de 'dur' demedim. Çünkü benim bu olguyu fark ettiğim gibi bunu kullanan insanların olduğunu da fark etmem zor olmadı. Ve nedense de hep öyle kızlar da buldu beni. Aslında hayatımın ne kadar bohem bir şekilde olduğunu bilseniz daha kolay açıklardım da; neyse. Sonuçta; asosyal takılan cool bir adamın herşeyi olacağını bilen kızlar gelip kendilerine aşık ettikten sonra giderler. Karşıma çıkan kızların birkaçı bu özelliğimi kullandılar fakat bilmedikleri şeylerle karşılaştılar her zaman. Benim onlara yalvaracağımı, herşeyimin o olacağını söyleyeceğimi falan zannettiler. En yakını birkaç ay önceydi işte. Sevdiğimi içten içten hissettirirdim, bir gün yüzüne karşı yalnızlığa düşmekten, boşluktan vs bahsettim. 1 hafta geçmeden yedek konumuna düşeceğim hissine kapıldım. Terk edilme değil, bağlandığını da biliyordum fakat başkasına gözü kaymış bir insanı yanımda asla tutamazdım. Ve gözlerimi kapatıp yapmak zorunda olduğumu bildiğim şeyi yaptım.
 Bir kişinin değil, yalnızlığa çarenin vazgeçilmez olacağını ona gösterdim. 'terk ediceksen yol orda' dedim belki de bu zamana kadar yanında kendimi en iyi hissettiğim insana. Belki hala da severim, bilemiyorum fakat hiçbir zaman o bir gün giderse ben ne yapacağım diye düşünmedim. Çünkü yalnızlığa alışmıştım, geri dönüşü yoktu ve ben hayatımda bir kız varken kendimi 'yalnızken daha mutlu hissediyordum sanırım' diye avutuyordum.


 Sonra telefonum çalmaya başladı. Bu seferki alarm değildi çünkü Pearl Jam'den ''Alive'' diyordu. Açtım. Kısık gözlerle uzaklara bakıp odaklanmaya çalıştım. Beynim hala uyanmamış ama geçmişin yargılarını kafamda gezdirebiliyordum. 40 saniye falan süren bir telefon konuşması. Gereksiz şeyler. Kapatıp kafamı tekrar yastığa gömdüm.

 Frusciante dinleyip bütün gece camın önünden havanın aydınlanmasını izliyorum ve durmadan birşeyler karalıyorum. Ha; diyeceksiniz ki bu kadar sefil bir hayatın mı var? Hayır tabikide. Gün doğunca bazen salı günleri okula gitmem gerekiyor. Geceden uykusuz olan bu bünye sabah 11'e doğru bilgisayar masasını terk edip kahvaltıya çıkıyor ve pastanedeki kızla 2 çift laf ediyor peynirli poğaçasını kemirmek için beklerken. Sonra geri dönüyorum ve saat 1'de olan ders için 20 dakikalık uzaklıkta olan yola 12.50'de çıkıyorum. Sınıfa haliyle geç girdiğim için üzerimdeki o meraklı bakışlar. Neyse ki hocaya geçen dönem bir konuda iyiliğim dokunmuştu; birşey söylemiyor ve geçiyorum en arkadaki bilgisayarlardan birisine. O manyak hızlı internetin tadını çıkarıyorum saat 15.30'a kadar. Evet hafta boyunca dışarı çıkmayan bünye için oldukça süper bir eğlence bence. 

 Sonra kantin denen bir oluşum var ya hani üniversitelerde; oraya uğruyorum. Eski sevgililer, zamanında yazılmış ama sonradan ciddi birşeyler dönmeden vazgeçilmiş hatunlar.. Selam ehehe naber ben geldim? Kimsede ses yok tabi benim bu tarz bakışlarıma karşılık. Herkes kendi hayatında. Şu hayattan birşey anladım ki bir çift memen varsa asla yalnız kalmazsın hacım. Çünkü biz erkeklerin 'yoklukta gider' prensipleri üzerine çalıştığımız her an yokluktaymış gibi davranma tribimizden dolayı. 

 Eh sonra da birkaç hatun keseyim bari diyorsun elinde 2 petito ve bir sıcak çikolata ile yalnız otururken. Ah bak şu kızıl güzelmiş. Her ne kadar kara kaşlı kara gözlü olsa da şu sarışının da gideri var gibi. Ama memleketinde kimsenin bakmadığı bu yaratıklar burada nedense prenses hissediyorlar kendilerini. hadi onun saçı sarı ya da kızıl; benim için ilgi çeken bir yanı var. Peki sen neyin tribindesin ey böcek karası kız? Tipine baksanız yüzüne sıçmazsınız o derecedir ama bir bakış attığınızı yakalamasın! Anında 'karşıdaki dağları ben yarattım ama imar izni vermedi belediye' tribine girerler. Sanki babası dedesi köyde eşşek siken benim amına koyim. 

 Bu mide bulandırıcı ortamdan da yol alıp sakince dere kenarına iniyorum. Saat olmuş 17.00 falan. Akşam olmasına az kaldı. Birazdan buralar yiyişen çiftlerle, gitarlı mızıkalı abaza gruplarla dolacak. Bira içip kendilerini özgür zannederken şarkılar söyleyip bağırıp çağıracaklar. Sonraki gün ise telefonda aynı muhabbet. 'Baba bana biraz para göndersene bitti de burada zorlanıyorum parasızlık yüzünden'. Özgürüz değil mi gençler? Kimlik göreyim gençler. Alkol aldık mı gençler?

 Sikerim suyunu da deresini de deyip kurbağaları izlemeyi bırakıp okula geri dönüyorum. Ah; ikinci öğretimler gelmiş. Parası neyse verip de bu saate kadar uyuyup gelen kızın güzel olmama ihtimali var mı? Hepsi güzel anasını satayım. Özellikle iibf etrafına kamp kurmuş mühendislik erkekleri arasında bir yer bulursam oturup keyfini çıkarmaya çalışıyorum. Güzele bakmak sevapmış diyorlar; orasını yaratan bilir elbet ama güzele bakmanın kendini iyi hissettireceği konusunda her türlü platformda tartışmaya açığım. 

 Aha o geliyor uzaktan uzaktan. Anna Karenina olsa size burada tasvir ve betimlemelerimle anlatırdım ama değil. En azından ilgimi çekebiliyor işte. He bu arada gördüğü her dişi canlıya yazabilen o abaza tiplerden de değilim yani eskilerime bakarsak pek 'patates' diye tabir edilebilecek hiçbir albenisi olmayan, çirkinlikte gollum ile yarışacak tarzda kızlar da yok yani. Hiç boşluğa düşüp de can sıkıntısından biriyle çıktığım olmamıştır açıkçası. Biraz boy ortalamasını kısa tuttuğumu fark etmiştim geçen günlerde o kadar.

 Ama o da tüm Türk kızlarının aynı tornadan çıkmış gibi 1,55-1,65 arası olmasından kaynaklanıyordu. Ben de iyice bokunu çıkarıp ortalamamı 1,57'ye yakın tutmuş olmalıyım ki; her seferinde bellerini kavramak için eğilmekten kamburum çıkacaktı nerdeyse. Allahtan ben de sırık gibi uzun bir adam değildim ki; yakışıyorlardı hiç olmazsa yanıma. Erkekle kız arasında 15 cm idealdir; genel kültür olarak kalsın bu aklınızda. Çünkü aşk sayıları sorun etmez. Ama günümüz şartlarında kezbanlarımıza göre tabiki erkek uzun olacak. Ha; bir de 1,55 boyuyla 1,90 sevgilli isteyenler var (ki bunlar kara kaşlı kara gözlü sarışın kezolar grubuna dahildir) onları Allah ıslah etsin ne diyeyim. ayakta rahatça ağzına alabilmek için 1,90 erkek istiyor bak hele bak. Bir de adonis falan diyorlar. Sandalyeye oturtsan ayakları yere değmez cimcimenin. 

 Her neyse; ben bunları anlatana kadar geldi bile. Oturduğum yerden bi saattir geldiği yolda onu süzdüğümü fark etmesin diye gözlerimi başka yöne çeviriyorum ve o arada birbirine yazan öğretim görevlileri ve onların yancıları olan yalaka öğrenciler görüyorum. Anna ile de tanışıklığımız var gibi. Her neyse bu sırada Anna Karenina'm artık gözlerimi kaçıramayacağım bir açıya gelmiş oluyor ve beynimde 'herşeyi siktir et ve sevdiğinin peşine git' sözü yankılanıyor birden. 

 'Sohbet 90 saniyeden uzun sürmemeli' diyorum içimden. Eğer telefonda görüşüyor olsaydık; bu süreç 40 saniye olacaktı. Ama şimdi o güzel yüzünü izlemenin hatrına 50 saniye daha fazla harcayabilirim. Götü kalkık bir piç olduğumdan değil; sadece benim onla ilgilendiğimin farkına varması için oldukça erken. Sabrı en son sevgilimden öğrenmiştim. Gerçi yaşayarak değil; sadece bana 'sabrın sonu selamettir' dedi ve bende ibret almıştım.

 O 90 saniye 78 saniye falan sürdü. Nerden mi biliyorum? Kronometre tuttum. Hayır; akıl hastası falan değilim ya canım çok sıkılıyor sadece. Havadan sudan konuştuk işte. Facebook'taki şeker patlatma oyunundan falan bahsettik. Sonra 'senin dersin yok mu? gitsene yaaa' dedim tüm tatlılığımla. Bu tiple ne tatlılığı yapmaya çalışıyorsam amk. 

 'Var evet gidiyorum zaten kovuyorsan hıh' dedi. Lan yanıma oturtup başımı göğsüne koyup 'ne kovması aptal ben bir ömür seni seyretmek, her sabah uyandığında beni o gülümsemen ile iyileştirmeni istiyorum' diyesim geldi. İçimden bunları geçirirken dışımın da 'neden bunları söyleyemiyorum hemen şuanda' diye ağlayası vardı açıkçası. Samimi bir ilişkim olmayalı seneler geçmişti. Olanla da hayvan gibi ayrılmıştım gerçi; evime döndüğümde arada dışarıda görüyordum ve gördüğü yerde sikine takmıyor ve yanındaki hödüğe daha da çok sarılıyordu koala ayısı gibi. Ondan sonra olmuş olan ilişkilerim de ya samimiyetsiz ve çıkar ilişkileri ile doluydu; ya da birileri tarafından terk edilmiş ve hayatlarında yeni birisiyle mutlu olacaklarına oturup eskisi için ağlamakla meşgul olan kızları barındırıyordu. O ilişkilerin hepsinde aynı şeyi düşünürdüm. Yalnızken daha mutluydum sanki? 

 'Ne kovması yaa şapşik saçmalama ehehe' dedim. 

 Filmi burda durduruyoruz bir dakika. 

 'Şapşik' de nedir amına koyayım. O an ağzımdan çat diye çıktı işte. Gece tivitır'da çok takılırsan olacağı bu amk. İlişki trollerinin betimlemeleri beni bu hale getirmişti. Yaz haneme -2 puanı hemen. 

 Her neyse; gün ışığım dersine gitmek için vedalaşma sözcüklerini etti ve samimi bir 'görüşürüz' aldıktan sonra fakülte binasına doğru yola koyuldu. Hay amk yine yalnız kaldık ya. 

 Kalktım, kulaklığımı taktım ve Metallica'dan Whiskey In The Jar dinleye dinleye dere kenarına geri döndüm. Geçen sene yazları haftanın 3 gecesi şu derenin kenarında oturup yıldızları seyrederek şarap içtiğim arkadaşımı bu yaz trafik kazasında kaybetmiştim. Birden yeniden onu anımsadım. Benimle aynı kaderi paylaşıyor gibiydi aile konusunda. İkimiz de istenmeyen çocuktuk ve hiç 'neden hep ben' sorusunu sormaktan çekinmezdik. 

 Onun anısına hafta sonuna doğru bir akşam gelip burada bir şarköy içecektim. O şarabın hep lanetli olduğunu düşünmüştük. Neden bilmiyoruz ama 'köpek öldüren' türünde olmasına rağmen bizi çeken bir yanı vardı hep. Pisliğin teki olmasına rağmen çekici olan şeyler için 'şeytan tüyü var' denir. Sanırım bu şarap tamamen öyleydi.

 Çok çok uzattığımın farkındayım. Ben bunları yazmaya başladığımda saat 4.50 falandı işte. Bir an kafamı ekrandan kaldırdım ve havanın iyice aydınlanmış olduğunu gördüm. Kafamda hala dün gece içtiğim şarabın ağırlığı var. Yalnız başıma nasıl buraya kadar geldim hatırlamıyorum ama şimdilik güvendeyim. 


 Sonra alarma kulak verdim. 


Back in the back
Of a Cadillac
Number one with a bullet,
I'm a power pack
Yes, I'm in a bang.






Rejenerasyon

 Selam. Bugün benim doğum günüm. Ne hoş değil mi; 21 oldum. Hiçbir vasfın olmadığı; ne 'daha 17 17 17 17'ymiş' heyecanı, ne 18'in ergen-reşit tripleri ne 'ne güzel şeysin sen hep yaşın 19' güzelliği, ne de gençliğin tam 'çılgın çağı' olan 20'lik var. Tam boktan bir yaş işte.

 Hani doğum günlerinde Facebook'ta notlara falan yazılıyor ya şu zamana kadar şunları şunları yaşadım, şunu fark ettim, şunlara teşekkür ediyorum vs diye. He işte onları yapanların da iq'larının 2 haneli olma olasılığını seviyorum.

 Hayattan zevk alma yeteneğim ingiliz anahtarıyla beyin ameliyatı yapmaya çalışan bir felçli kadar açıkçası. Çünkü sanki uzun süredir kendi hayatımı değil de bir başkasının hayatını yaşıyormuşum gibi. Herşeyin tozpembe olduğunu zannedip özgürüm tribinde takılırken  birkaç yumruk yiyip camdan yapılmış olmadığımı anladım ve sınırları zorlayarak yaşamayı seçtim.

Birkaç şeyi itiraf etmem gerekiyor sanırım.

 Müzik hayatımda artık tamamen farklı bir boyut aldı. Kuşlar bile melodili öter hale geldi.
 Bunlar da çipetpet ama lezzetli çipetpet değil.
 İlgisiz göründüğüm tüm o hatunlar; gerçekten de ilgimi çekmiyordunuz; üzgünüm.
 Son 1 aydır yediğim yemekten bile tad alamıyorum; öylesine sıkıldım hayattan; güldüğüme bakmayın.
 Sırf Rhcp şarkılarındaki Flea'nın manyak bass riflerini dinlemek için aldım o dev kulaklığı.
 Şu zamana kadar hayatıma kim girdiyse mutlu edemedi açıkçası. Her seferinde 'yalnızken daha mutluydum amk' diye düşünüp durdum.
 Buna rağmen gülüşü için sevdiğim kızlar oldu. Beraber bir geleceğin hayalini kurduklarım var; ama özlemedim.
 Çok fazla Pollyanna'cılık oynadım son 5 ayda.
 Facebook'tan bana her oyun isteği yolladığınızda bir kutup ayısı ayağına taş bağlayıp kendini soğuk sulara bırakıyor.
 Birbirimizi sevdiğimizi söyleyemeden geçirdiğimiz her dakika bir yavru köpek gözyaşı döküyor. Evet; hayallerimi süsleyen birisi var. Şimdilik sadece uyumama yardımcı oluyor.


 Neyse; burası itiraf sayfası değil zaten uzatmayalım.

 Geçmişimden haz almıyorum. Tamam; iyi kötü yaşadık eyvallah tecrübedir, olgunlaşmadır ama bana hiçbirşey katmadan, bugünüme tek bir faydası da olmayan geçip giden kayıp zamana da "iyi ki" diyemem. Onun için geleceğimden de pek umutlu değilim. Benim için yaşam sadece nefes aldığım an o nefesi vereceğimi ya da vermeyeceğimi görmeyi umarak şimdiyi tatmak.

 Oğlum var ya.. Vakit geçiyor, büyüyoruz ama bir bok olduğu yok. Her sene 23 Mayıs'ta kendimi 30 Şubat'taymış gibi hissediyorum. Öylesine boş, öylesine yokum ki.. Yarın bütün gün Otherside'ı gitarla çalıp söyleyerek odada dört döneceğimden adım gibi eminim açıkçası.

 Adettendir; bir yaş daha büyüdüm ve hayat bana şunu öğretti, bunu öğretti demeyeceğim. Ne kadar üzüldüysem hepsi insan kaynaklı oldu ve ben artık kimseye güvenmemeye, değer vermemeye başladım açıkçası. Bunun üzerine fazla konuşmaya gerek yok; sonunda hep insanlara söylediğim 'akışına bırak' olayını kendim yapmaya karar verdim. Ha; aklımda birisi var evet ama kovalamayacağım açıkçası. Bundan tam 1 sene önce tanımış olsaydım benimle olması için herşeyi yapabilirdim belki ama şimdi açıkçası ne dermanım var ne de zamanım. Malum; finallerim de yaklaşıyor, kendimi iyice derslerime verdim yani.

 Sorunlar var. Ve benim hiçbirşey için çözümüm yok. Oturup sadece 'Don't Forget Me - Live at Slane Castle' dinleyerek ömrümün sonuna kadar hiçbirşey yapmadan bekleyebilirim. Gitarı hayatıma sokmamın tek sebebidir Frusciante. Bak fark ettiysen sorunlarım var dedim ve hiç bahsetmeden konuyu değiştirdim değil mi? Anlatacak çok şeyinin olup anlatamamak böyle birşey işte.

 Senelerdir sanırım en sağlam doğum günü hediyemi Betsson veriyor. Doğum günüme özel %100 para yatırma bonusu ve 5 Tl'lik ücretsiz bahis çeki.

 Eğer beni gerçekten seviyor olduğunu hissetseydim, benim için gözyaşı döktüğünde yanında olup o gözyaşlarını silerdim emin ol. Ya da o gözyaşları hiç dökülmezdi.. Anlatabildim mi?

 Hayır; ben gece yatarken onunla ilgili hayaller kuracağım; o da gidip 'yarın ne giysem' diye düşünürken uyuyakalacak. Ondan sonra neden üzülmüyorsun, neden özlemiyorsun. Buna eski Yunan'da 'bisiktirol vakası' deniyor.

 Şuna inanıyordum. Hayatta elin kötü olsa bile risk alarak kazanabiliyorsun. Çünkü eli iyi olan değil iyi blöf yapan kazanır. Hep buna inandım; pek fazla kazanamadım. Çünkü masada yolunacak enayinin ben olmadığıma kendimi inandırmıştım; malesef ki benmişim.

 Beni Californication'un solosu olarak yaratsaydın belki daha hayırlı olurdu Allah'ım diyorum bazen. En azından insanlar beni dinlerken haz alırdı.

 O kadar da memnuniyetsiz ve aksi herifin teki değilim aslında. Ama herkesin tuttuğu kendine bundan sonra hacım yani üzgünüm. Birazdan da tıkınıp yatarım; bunları yazdığımı ve hissettiğimi unutup hayatıma devam ederim. Hayat benim ikizler bedenim için 2 kısımdan oluşuyor. Sanırım birisi balık, diğeri kova. Geceleri melankolik bir balık olup çıkıyorum; güneşle birlikte içimdeki özgür kova ortaya çıkıyor. Sanırım kankamın benim için yaptığı 'bir kova balık' burcu yorumu doğru gibi. Ama 'sen ikizlerden başka birşey olamazsın ki, ikizler olmasan koç olurdun; koç olmasan da piç olurdun' yorumunu da sevmiştim açıkçası.

 Gecelerim Under the Bridge, gündüzlerim Whiskey in The Jar tadında.


 Eskiden beridir her doğum günüm biraz daha arkadaşlarımdan falan soğumamı sağlıyor. Kendi çıkarı için ota boka arayan, senelerdir tanıdığım adamlar Facebook'tan 'doğum günün kutlu olsun cnm :)' yazıyolar. Sikerim öyle aşkın ızdırabını ben.
 Kimsenin de doğum günümü çılgın bir partiyle kutlamayacağına göre.. Ben yarın akşam alırım nevalemi inerim dere kenarına hacım.


 O samimiyetsiz doğum günü kutlamalarınızı alın ve başka bir kıtada yaşayın lütfen.


Her sene Teoman'dan paramparça paylaşacak değilim ya. Biz daha ölmedik.




Sözün Özü

 Şöyle bir dolu dolu baktım da; bunca zaman çok dolu ve güzel şeyler yazmış olsam da bomboş şeyler de yazmışım. Bloguma girenlerin birkaç yazı okuyup çıkması yerine buraya bir göz atıp ilgilerini çeken yazıları okumaları için böyle bir şey yapma kararı aldım. Kitap özeti gibi oldu ehehe.

  İşte bu zamana kadar en beğenilen yazılarım;

Burca Göre Kız Ayartma Rehberi

 Bu; burçlara göre kızların huyu suyu bilmem nesidir hacım. Zamanında büyük bir işsizlik sonucu yazmıştım ama sonradan fark ettim ki her burçtan birisi de olmuş hayatımda. Tamamen gözlemler yani anlayacağın.

Gölgesiz Birey - Tabutun Kapağını Tırmalama Dürtüsü
''Gözlerimi açtığımda tabutumun tahtası ile yüz yüze geldim. Marilyn Monroe geldi birden aklıma. 'Yaşasa tabutunun kapağını tırmalayacak kadından öte olmamıştı hiçbir zaman benim için. ''

 Bunda neyin kafasında olduğumu hatırlamıyorum ama o zaman tuttuğum günlükten bir yazıydı. İçimdeki diğer çocuğun bir rüyası yada hayali gibi birşey diyelim.

Benim için yazmak dünyanın en zor ama en zevkli işidir
''Kaderin çok mükemmel bir mizah anlayışı vardır. Fakat bazı bünyelerce yanlış anlaşılıp mutsuz olmaları için karşılarına çıkan engellere takılmayı tercih ederler. Sonsuza kadar yaşayacaklarını sanarak önlerine gelen engellerin üzerinden atlayıp koşmaya devam etmek yerine o engelleri oradan yok etmeye çalışırlar. Bazen görmezden gelmenin en güzel çözüm olduğunu çok iyi bildiğim halde ben de dürtülerime karşı koyamayabiliyorum.''

 
 Sanırım her yazının ilham kaynağı budur.

Hiç Keşfedilmemiş
 Belki aynı şarkıya aynı anda kafa sallamışızdır kulaklıkları takıp dünyayı umursamazcasına yıldızlara odaklanıp. Ve demişizdir ki; kendi yalnızlığımda boğulacağım bir gün sanırım.


 Gelecekteki sevgiliye yazılmış bir mektup. Bu sevgili karşıma hiç çıkmadı diyebilirim.


Gölgesiz Birey - Merhaba; Ben Okyanus
 Güneşin yüzüme vurduktan sonra bir de uzun süre aradan sonra ilk defa içimi ısıttığını hissedeli çok olmadı.

Gölgesiz birey temalı bir yazı daha. içerisinde bir sürü aforizma ve hayat tecrübesi barındıran kurgu.

Paradise, Heaven, Eden. Bizlerin Deyişi ile 'Cennet'
 Sev! Umut ve sevgi iyi şeylerdir. Ve iyi şeyler asla ölmez. Sadece azalıp çoğaltırlar birbirleri arasında. Sevgin tükenir, umudun vardır. Umudun bitmiştir, bir bakarsın sevgi sarmıştır dört bir yanını; ağzından sıcacık sevgi dolu cümleleri ile bir erkeğin ya da bir kadının. 

 Geçen sene çılgın manyak doğum günü partimin (!) sonrasında balkonda oturup viski ve sigara eşliğinde bunu yazdığımı dün gibi hatırlarım.

Sweet Love O'Mine 
 Tatlı bir pazar günü gibisin. Ya da birkaç güneşli güzel gün. Gökyüzü gülüşün eksilmesin hiç dudaklarından. Seninle geçirdiğim birkaç- birkaç saate gerçekten de bedelmiş bu zamana kadar çektiğim bunca sıkıntı. Göz kapaklarıma hapsedebileceğimi sandığım tüm kadınlar başaramadı bunu bir türlü. Hadi göz kapaklarıma portreni yapmaya başlayalım. Her kapattığımda sen ol karşımda. Açtığımda da...

 Bana bu duyguları hissettirenin canlı bir varlık olmadığını düşünüyorum bu sıralar. Bu da gelecekteki sevgiliye yazılmış bir mektuptu. O gelecek hiç gelmedi.


Buhran
 Ve aşk denen her bünyede benzer reaksiyonlar gösteren ve bünyeye göre hastalıklaşan birşey hayatın odağı oldu.

 
Canım sağlam sıkılmış olmalıydı.

Koşma Yorulduysan; Anaforda Boğulduysan... 
 İntihar edemeyecek kadar korkak birisi de değilim aslında. Ama bir kere almışım tadını mutluluğun; hep umut denen şeyi besliyor ya kalbim benden habersiz kuytu bir köşede, mutlu olacağıma dair.. İşte o yetiyor birazcık da olsa tutunmama yarınları bilinmeyen şu bilinmezlikle dolu yaşamda. 

 Sıkıntılı bir gecenin sonunda bunlar döküldü kağıda.


Günlükten Kopan Sayfalar - lll 
 Ve sen.. Müzik dinlerken hani bazen sözleri ya da melodisi dokunup acıtmaya başlayınca gözlerim dolmasın diye yukarı bakmaya çalıştığım her anda gölgesi tavanda dans eden melek... Yalnızlığımın kahramanı, hayali sırdaşım. Günlüğümün fikir ortağı, dert küpü, teması. Şarkılarımın sahibi, göz yaşlarımın tek sığınağı..

Orta okuldan beri tuttuğum günlüğün son zamanlarından birkaç parça.

Nihilist ve Varoluşçu
 Sadece gülümsedi, birasından bir yudum alıp ''Aslında beni anlatıyorsun. Bizim devrimiz geleli çok olmuş farkında mısın? Çünkü asıl 21. yüzyılda yaşayan erkek yalnız, depresif, duygusuz, iki yüzlü, dengesiz, hayatını parçalara bölmüş bir adamdır. Evde, okulda, işte, maçta, dışarıda, sevgilisinin yanında, dostunun yanında, samimi olmadığı arkadaşlarının yanında, hepsinde farklı olan adamlarız.'' dedi ve devam etti. 

Liseden çok sevdiğim bir arkadaşım ile yaptığım bir içki masası sohbeti. Kadınlar, hayat, dışlanmışlık içerir. O gecenin sonunda travestilere laf atar duruma gelmiştik işte. Neyin kafasıysa artık.

Kapalı
 Etrafımda tek çiçek koklamamış, tek bir yıldıza bakmamış, kimseyi sevmemiş, bir göğüs üzerinde uyumamış, kavga etmemiş, düşmenin adrenalinini yaşamamış, kısacası hayatla bağını koparmış insanlar görüyorum. Tek bildikleri birtakım sayılar ve harflerle uğraşmak.
 Tekdüze hayata isyanım.

Uzakta ve Hiçbir Yer'de 
Geceye adım atıp o macera denen kaprisli, baştan çıkarıcı hanımın peşine düştüğüm zamanlarda bile bana ayazı ve soğuğu ile karşılık veren, ben gittiğim zamanlarda güneş açan, ben yaşadığım zamanlarda ise bana güneşi bile göstermeyen sisli ve puslu bir şehirden bahsediyorum.

Karabok'tan sıkılma şebermesi.

Delilik
 Kız olmanın zorluklarından bahseden kezbanlara gülüyorum sadece. Peki sen hiç kolunda kıl olan bir kıza 'çok güzelsin' deme mecburiyetinde bulundun mu?

 Sanırım en mutlu olduğum zamanlardan birisiydi. Yalnızlığın tadını çıkardığım zamanlarda yazmıştım.




 Diğer yazılarım da güzeldir evet ama en çok olumlu yorum aldıklarım bunlardı. Özet geç piç diyenler için böyle birşey yaptım.

 Her yazının sonunda bir şarkı paylaşıyorum evet ama bu sefer benim için en iyi 5'i sizlere sunuyorum.


Kendinize iyi bakın; seviliyorsunuz.

Eşek, Kuyu ve Midas

 Bazen bir su kuyusu ararsın. Maksat dert dökmek değildir aslında; Midas'ın da eşşeğin de amına koyayım diye bağırmak için.

 Evet; yine ben. Naber? Oğlum sana da acıyorum he. 2008'den beri sana neler saçmaladım neler. Bu defa da okuyucuyla değil; blogumla konuşuyorum evet.

 Burada ne eşek ne de Midas sensin.. Burada su kuyusu görevini üstleniyorsun. Neyse fazla açıklama yapmayayım anlatacaklarım var.

 Bu aralar hayatım Bradley Cooper'ın Limitless filminde haplanmadan önceki hali gibi.

 Ne mi var? Gece var, müzik var, daha doğrusu Frusciante var, sıkıntı ve bunalım var. Benden yaratıcı birşeyler mi bekliyorsun ki? Son sahlep paketimi de bu saatte sıcak süt bulma ihtimalim olmadığı için suyla yaptım. Bi boka benzediği yok ama; insan içiyor işte. Sabah ezanı bitene kadar içeceğimi ayarladım ve yine bilgisayarımın başına geçtim. Hayatımda heyecan verici hiçbirşey olmadığı gibi üstelik bilgisayarım bile son zamanlarda beni yarı yolda bırakmaya başladı. League of Legends oynuyorum bu aralar deli gibi. Başka hiçbir sosyal aktivitem yok. Odada tüm gün yalnız başıma oturup bilgisayar ekranına bakmaktan göz ve boyun sağlığıma kast ettiğimin farkındayım ama elimden başka hiçbir aktivite gelmiyor. Ha bir de saçlarım tutam tutam dökülüyor. Ama sağlıksız beslenme ve düzensiz uykudan sanırım. Uyku düzenim ölmüş olmalı evet. Günde 4 saat falan uyuyup hafta sonları yataktan hiç çıkmıyorum.

 'Bilime sevdalanmak' diye bir kitap okuyorum. Büyük bilim adamlarının yaşam hikayeleri diye almıştım fakat beklediğim gibi çıkmadı. MIT mezunlarının yarak kürek çocukluk anıları. Hayır gören de Bill Gates falan sanacak. Hepsinin yazılarının sonunda ufak biyografileri var.  Adam 4 yaşındayken misketlerini çok severmiş. Ee? Yahoo için yazılım geliştiricisi olmuş. Misketle ne alaka diyeceksin; bende çözemedim boşver.

 Özel hayatımın içine sıçayım zaten. Özel hayat denen birşey kalmadı ki Karabük denen bataklıkta. Bildiğin ruh gibi dolaşıyorum. Eski halimden eser yok gibi gibi. Ha; geçtiğimiz aylarda birazcık heyecan yaşadım evet ama benden bayağı uzaktaydı. Onun için hep soğumuş olarak geldi tabağıma hayat arzusu denilen şey. Bende artık vazgeçip bundan pişmanlık duymamam gerektiğini öğrendim. Sorsan evet özlüyorum ama aramıyorum da. Bilmiyorum; kendimi lehim, havya ve tornavidalar arasında buldum birden ve bu durumdan memnun gibiyim.

 Ya aslında anlatacak çok şeyinin olması ve anlatamamak nasıl kötü bir his biliyor musun? Aslında buraya dökebiliyorum herşeyi; mesela Ceren'in burayı okumadığına eminim. Ayrıldıktan sonra birbirimizle hiç ilgilenmeyip kendi hayatlarımıza dönmüş durumdaydık. Sonra o yediremedi ve beni hayatında arkadaş olarak da olsa istemediğini söyledi. Aslında söyleyiş şekli normal bir insanı oldukça kırıp incitecek şeylerdi ama nedense benim vurdumduymaz günüme denk geldi sanırım. Üzerinde durmadım pek. Çünkü ona da dediğim gibi; bir insanı kırmak istiyorsan bunu o insanın umrundayken yapmalısın. Artık olmayacağımızı söylediğinde benim için herşey bitmişti zaten. Ta ki olabileceğimizi söylediğinden beri umursadığım tek şey de buydu sanırım. Arada geçen zamanın nasıl akıp gittiğine hiç dikkat etmemiştim. Ne bileyim; mutluydum diyemem; uyuşuktum sadece. Hissetmiyordum. Ve benim istediğim şey de hep bu oldu zaten. Her gece Pearl Jam'ın 'Alive' parçasını dinleyip uyuyan bir adam olsam bile sabahları Ac/Dc' den 'Highway to Hell' ile uyanıyorum. Benden insanî duygular beklenmesi pek nahoş olurdu.

 Bu ilişkiden de öğrendiğim üzere; bizim için ne kadar çırpınılırsa çırpınılsın; hep hayatımızın içine eden, bizi mutsuzluğa sürükleyen ve yalnız bırakan insanların peşinde koşmaktan vazgeçemiyoruz. Onların haberleri olmasına gerek yok. Sadece acısını çekerek etrafımıza mutsuz imajı verebiliyoruz. Dışarıda onlarca birbirini hak etmeyen insan beraberken biz ise sessiz çığlıklarımızı bizi istemeyen, kırıp dökmüş ve gitmiş olanlara adıyoruz kendimizi. Ve acı çekiyoruz; bu hiç adil değil.

 Mutsuzluğun midede sancı şeklinde kendini gösterme şeklinden nefret ediyorum. Bazı geceler dayanılmaz ağrılar çekiyorum. Fiziksel bir hastalık da değil bu; biliyorum. Romantik serseriler gibi olacak ama belki de bu bir zamanlar karnımın içerisinde uçuşan kelebeklerin ölmesinden dolayı olabilir.

 Yazının ortalarına geldiğimizi hissediyorum. Zaten bu yazıyı başından sonuna kadar okuyan pek çıkmaz diye düşünüyorum. O zaman biraz daha derinlere inelim.

 Hani o geçen sene yurdun balkonunda Nirvana dinleyip dünyayı siktir eden adam vardı ya; o hala aynı düşüncelere sahip. Bu hayatta para, aşk ve gelecekten hiçbir beklentim hiç olmadı. Ama işimi ve üstüme düşeni yapmaktan da hiçbir zaman çekinmedim. Şu anda toplum beni ne olarak görüyor; öğrenci. O zaman öğrenci olmamın gerekliliklerini yerine getirmeliyim sadece diye düşünüyorum. Başımdan büyük işlere kalkışacağım zamanlar da elbet gelecek. Arada sırada duygularımı da dinleyip kendimi kaybettiğim oluyor elbette.

 Aslında keyif verici maddelere bağlanıp sadece rock'n roll hayat tarzını gayet de benimseyebilirdim. Tuttuğunla düzüşüp sonra hiçbirşey yokmuş gibi 'tutkularım var benim' deyip çekip gitmek en kolay ve zahmetsizi. Ama ben hayatıma giren her insana değer verdiğimi göstermekten hiçbir zaman çekinmemiş bir adam olmayı tercih ettim. Ve kötülükten uzak durmayı başardım sanırım. En güzel yorum da 'Seni nasıl kırmışlar böyle bir adamı; çok anlamsız' olmuştu. Kırılmadığım halde bana yapılanları anlattığımda çıkarılmış olan sonuç buydu. Ee bunu diyen de kırmaya çalıştığına göre geceleri rahatça uyuması gereken ben değil miyim?

 Dengesizim evet. Acı dolu sayfalarla dolu bir günlüğüm yok tabiki. Ruh halim pamuk ipliğine bağlı. Dışarıda dolaşırken aklıma taa lisedeyken mutlu olduğum geliyor ve hüzünleniyorum. Neden böyle oldum ben gibisinden kendimi sorgularken yakınımdan güzel bir parfüm kokusu geliyor ya da güzel bir gülüş görüyorum ve hepsi birden aklımdan uçup gidiyor. Sadece yaşam enerjisi ile doluyorum. O gülüşün sana yöneltilmiş olduğunu hissetmek ise tabi ayrı bir keyif. Sadece bunun için komik olmaya çalıştığım zamanları biliyorum. Türlü şebeklikler yapıp sevgilimi güldürmeye çalışıp sonra onun gülüşünün içime doldurduğu o sıcacık umut parçacıklarını hissetmek gibisi yok.

 Ama hayatımda hiçbir zaman partner konusunda mükemmeli aramadım. Kendimi mükemmelleştirme konusunda nirvanaya yaklaşmış olsam bile elimdeki ile yetinmeyi bildim hep. Seviyor mu, değer mi veriyor, mutsuz mu, yalnızlık mı çekiyor. Aa bende aynılarını hissediyorum deyip hadi birazcık şu monoton hayatlarımıza renk getirelim diyerek atlıyorum hemen tipine, zevklerine, beklentilerine bakmadan. Sanırım evleneceğim kadına da hala rastlamış değilim. Çünkü bir şekilde bitiyor ve ben onları bu sefer de kendi hayatlarına bakmaları gerektiğine ikna etmeye çalışıyorum. Kırıp dökmek benim işim değil. En azından hiçbir zaman öyle bir amacım olmadı. Ama insanoğlunun doğası gereği her seferinde ilk başlardaki yaptığım iyilikler unutuluyor ve ben kötü birisi olarak akıllarda kalıyorum. Güzel geçen günleri hatırlamamak ve kötü anılarla hayatını cehenneme çevirmeye çalışan bir sürü insan tanıdım. Çok çok kaba bir tabir olabilir ama kesinlikle inandığım bir söz vardır. 'Kimse s.kmeyeceği eşşeğin önüne saman koymaz' diye. Ay ne kadar terbiyesizsin diyebilirsin evet ama en saf duygu olan sevgide bile bir beklenti yok mu? Hoşlandığın insanın ya da direk sevdiğinin gözlerinin içine haykırmıyor musun 'Hey! Ben seni seviyorum. Ve sen de beni sev; çünkü ben mutlu olmak istiyorum. Ve bu seninle mümkün..' diye?.

 Sonra sonra insan büyüyor. Evet öyle ufacık kalmak istiyoruz hepimiz. Tek derdim cebimdeki misketin sayısı, yarınki pokemon macerası veya hoşlandığım kızın verdiği yarısı ısırılmış ve çikolatası emilmiş bonibon olmalıydı. Ama zaman geçiyor. Büyüyoruz ve dünyada kötü şeyler de olduğunu keşfediyoruz. Mutsuzluk kötü birşey diyorlar; ben tam çözemedim aslında. Çünkü hayatım boyunca kendimi sadece mutsuz hissettiğim dönemlerde geliştirebildim. Küçükken arkadaşlarımdan dışlanıp kendimi spora vermiştim; lisedeyken derslerin ağırlığı ve sınav stresi yüzünden karikatür çizip gitar çalmaya başlamıştım. İlk ciddi ayrılığımı yaşadığımda kendime ve tarzıma bir çeki düzen verme kararı almıştım.

 Aslında ne oldu biliyor musun? Olup bittikten sonra fark ediyor insan herşeyi. Bazen 'değmezmiş' diyorum ya; gerçekten değip değmediğini düşünmeden karşımdakinin hevesini kırmak için diyordum eskiden. Ama sonra bir bakıyorum ki gerçekten de değmiyormuş. O insanlarla geçireceğim vakitlerde yeni bir dil öğrenebilir, bir bilgisayar programı daha yazabilir ya da yeni bir müzik aleti kullanabilmek için ders alabilirdim.

 Hayat nefesimi kesen anıların toplamı falan değilmiş aslında. Hepsini gördüm. Ne varsa. Acısının da mutluluğunun da birşey getirmediğini fark ettim. Ama dostum; heyecan.. Hayatımda ne yaptıysam birazcık daha fazla heyecan için yaptım. Gözlerimi kapayıp elimdeki işi bırakıp direk atladım nerde bir 'mutlu olalım mı' çağrısı varsa. Hiç düşünmedim o yarım bıraktığım piyano derslerimi, yarısı bitmiş uzaktan kontrol sistemli quadcopterimi ya da büyük bir hevesle büyük bir kısmını yazdığım hikayeyi. Yeni bir ruh keşfetme arzusu her zaman ağır bastı. Hayatında mevcut olan insanlar hakkında bilmen gereken kadarını zaten biliyorsun. Yeni birisini keşfetmek çok heyecan verici değil mi?

 Fransızca şarkılar ve Pinhani dinledim son birkaç hafta. 'Ayrılık sonrası depresyonu' mu çekiyorum acaba deyip peripella'ya da abandım ama g.tümde başımda sivilce çıkınca ve durumum değişmeyince yeniden depreşen duygularımı kovaladım. Ne zaman olup biten birşeyleri karıştırsam ibretlik dersler çıkarıyorum zaten. En azından Karabük Üniversitesi'nde okuyan normal bir insan olduğum izlenimini veremediğimi fark ettim. Benden daha sıkıcı bir insan daha yoktur aslında bu dünya üzerinde. Gördüklerimi yansıtmaktan kendimin nasıl olduğunu unutmuşum. Egom ve dengesizliğim yüzünden bittiği düşünülen ilişkimizde tek suçlu benmişim aslında. Sen ne diye kendi halinde, mutsuz ve umutsuz biriyle uğraşırsın ki? Hayatın son 3 senedir zaten normal gitmiyor mu. Başından ne geçerse geçsin hala o günde yaşamıyor musun? Bir kere değiştiğini fark ettiğinde daha işler yoluna girdi mi bir daha?

 Zorladım şansımı; ne bileyim. Belki de bu yönümden dolayı egoist olabilirim evet.

 Ben sadece mutluluk dağıtmayı kendime görev edinmiş gibi davranıp aslında sevilmeyi bekleyen bir yaratığa dönüşmüşüm. Ve acıyla beslenir hale gelmişim. Ne kadar mutlu olursam o kadar da mutsuz olmuşum; çünkü mutsuzluk bana bir süre sonra keyif verici hale gelmiş.

 Bu son satırlar bana ait değil tabiki. Böyle bir izlenim bırakmışım. Neyse ne; ben geceleri yastığıma sarılıp uyuyor ve yarın ne giyeceğini düşünen birisini hayal ederek mutlu olacaksam zaten olmayayım.

 Ne bileyim be dost.. Mutlu olduğum günleri de arıyorum evet aramıyor değilim. Ama hep kırdılar beni sanırım. Bilmiyorum ya ben kırgınlık hissetmiyorum hiçbir yaşayan varlığa karşı ama kırılmam gereken şeyler yaptılar bana. Her anı gülücüklerle geçen haftalardan sonra birden bire bir insanın nasıl tamamen farklı birisine dönüştüğüne defalarca dehşet içerisinde tanıklık ettim. Belki de onlarla uğraşacağıma kendime daha fazla vakit ayırabilir, kendimi daha da geliştirip mükemmele daha da yaklaşabilirdim. Kadınlar bazen gerçekten de zaman kaybıymış gibi geliyor. Sevme ihtiyacımızı başka şeylerle de karşılayabilirdik değil mi?

 Ama ama ama.. Tanrı kadınları öylesine güzel yaratmış ki; madem sevmeyecektik neden öylesine güzel gülüyorlar? Niyedir ki saçlarının o denli uzaması..

 Sonra dedim ki kendime;

 Git ve mutluluğu kovala. Uyur; uyur belki hep yanında..





 Evet sevgili bloğum.. Bugün senin 5. yaş günün. Seni seviyorum. Hikayedeki kuyu sensin; eşek benim. Midas mı? Onu tanımıyorum.

Umutsuz



Sona yaklaşıyorsun sanırım kalbimde. Saf olmayan nefrete bırakıcak zamanla sana olan bağımlılığım kendisini.

 Ya bak, şu anda tamamen işsizim ve sana bunu yazma gereğini nerden buldum bilmiyorum. Ama sadece bir baktım ki yeni bir metin belgesi açmış ve yazıyorum.

 İğrençsin. Gerçekten. Senden nefret ediyorum. Ama aynı zamanda seni göğsüme bastırıp içime saklamak da istiyorum. Hani çok sevdiğinde ama kırıldığında olur ya; bilirsin.. Söylemiştin..

 Aslına bakarsan seni tam olarak kırıp kırmadığımla da ilgilenmiyorum. Ne bileyim; bu duruma gelmemizin tek sebebi 2 demet çiçekti. Gerçekten; şaka yapmıyorum.

 Çiçek meselesine sonra döneceğim. Ve şuanda kendimi sana telefon açıp önce güzel güzel konuştuktan sonra sesine doyup sonra söve söve seni ağlatıp kapatmak istiyorum. 'Hayatımdan siktir git chensy' lafını duymadan rahat edemiyorum ben ya. Bunu bir kere yapmanız da yeterli gelmiyor çünkü.

 Oof kızım. Şuanda tamamen ilgimi çekecek birşey olmadığından seninle uğraş durumuna geçmiş durumdayım. İstanbulda son günlerim ve senin de dünden beri burada olduğunu biliyorum. Çok alındım lan. Hani demiştim ya İstanbul'a falan geldiğinde haberim olsun diye.

 Ya aslına bakarsan şu yazıyı söve söve 6 sayfaya kadar çıkartırım da geleceğinin benimkisinden parlak olabilme ihtimaline karşın bunu yapmıyorum. Gerçi yanlış hatırlamıyorsam (ki kesinlikle hatırlamıyorumdur) elektronik belgelerin ve delillerin geçerlilik süresi 6 ay falan olmalı. Önümüzdeki 6 ay içerisinde eski çıktılarına (bak artık sevgili bile demiyorum yani kendime o sıfatı yakıştıramadım sayende bir türlü) dava açabilecek kadar işsiz olamazsın değil mi?


 Kendime özgün birşeyim olmadı dediğin gibi sanırım. Aa dur, onlar çocuk gibi kızmamı sağlayacak cümlelerindi. Sence herhangi bir kelimesi umrumda olmuş mudur ki? Dediğim gibi; birini kırmak istiyorsan bunu o kişinini umrundayken yapmalısın.

 İki cümlesinden birisi 'mutlu olmak istiyorum yeaaa' olan eziğin tekinden hayat dersleri alacak kadar kötü durumda mıydım acaba? Yada yok dur, 'beni çok kırdılar sevgilim' deyip de 'senden beni mutlu etmeni istemedim ki ben' diyen birisine mi bağlanacaktım ki.

 Ama ne bileyim ya. Ben farklı olsun istedim. Aslına bakarsan uzun bir yolculuk yapıp yanına gelmemin tek sebebi seni görmekti. Harbiden öyleydi bak şimdi kızgınım kırgınım falan tamam eyvallah ama sana yalan söylemeyeceğim olmuş bitmiş duygularım hakkında. Gerçekten gözlerimi kapatıp hiçbirşeyden kaçınmadan atladım geldim yanına. Sadece sırf senin beni sevdiğini ve özlediğini düşündüğüm için.

 Ve yancı kezban gelmiş bana 'buraya bu saatten sonra gelip yalvarıp yakarmanın anlamı yok' diyor. Ya beni tanımıyor, ya da gerçekten olayı tamamen farklı anlattın. Hey! bu ilişkide kaybeden yok, üzülen yok. Sadece iki tane aptal var.

 Senin aptallığın bana güvenmekti. Benimkisi ise sana, sevgine ve değer verdiğine inanmak.

 Çünkü ben bunu daha önce de yaptım. Kendimi zorla içinde hayal ve kalp kırıklıkları olan birisine sevdirdim. Çok da mutlu ettim; yalan yok. Fakat sonunda vardığım nokta karşımıza çıkan ilk zorlukta içerisindeki hayal ve kalp kırıklığının sebebi olan erkeğe koşa koşa giden bir kadınla baş başa kalmaktı.

 Hep öyle değil miydi zaten? Hayatımızı bu boyuta getiren, bizi bu yalnızlığa sürükleyenlerin tek bir fısıltısına koşup gitmek için can atarken birbirimiz için zihnimizde yankılanan kalplerimizin çığlıklarını hiç duymadık. Bu benim için de geçerliydi, senin için de.

 Dediğim gibi ya. Umursanmayı beklemeden birkaç kere daha yazarım sana. Sonrasında biter, ben unutmam fakat belli etmem, sen unutur yeni maceralara atılırsın.

 Tekrardan yanına gelmemin tek nedeni yüzüne bir kere gülümseyip gözlerinin içindeki o ışığı tekrar parlatabileceğimi görmekti. Eğer parlarsa seni gerçekten üzdüğüm için üzülürdüm. Ama bana bunu görme fırsatı vermemeyi seçtin; kendi tercihin. Ben vicdan azabı çekebilen bir adamdım; denemeye değerdi.

 Her seferinde neden tüm hata bende olmadığı halde ben vicdan azabı çekiyorum?

 Ama gerçekten de o mailde yazdığım kadar varsın kuzum hiç kusura bakma. Hatta az bile yazdım orada yani azami miktarıydı o.

 Ya bir kız nasıl kendisine alınan bir çiçeği çöpe atar aklım almıyor hala. Hele de ilk kez bir erkekten çiçek aldığını söyleyen bir kız.

 Seni sadece bu sebepten dolayı affetmeyeceğim sanırım.

 Hadi annendi babandı bahanendi. Son buluşmada binbir güzel duygu ile aldığım o bir demet papatyanın en az senin elinde durması son noktayı koymuştu kalbimdeki sevgine.

 Seni 2 demet çiçek yüzünden bitirdim gözümde.

 Gerçekten de bu böyle. Ve gözümde bitmiş olduğun için artık seni kırmam veya kırmamam umrumda değildi. Çünkü tarafsız gözle baktığımızda üzülmeyi hak eden taraf sendin. Neden mi? Karşında seninle tüm geleceğini paylaşmaya hazır bir adamı mutsuzken sadece yalnızlığına terk etme kararı almıştın.

 Vize dönemimden bahsediyorum.

 Neyse o zamanlardaki kötü günlerimi hatırlamak istemiyorum. Acısını o ayrılık mailinde zaten çıkarmıştım değil mi?

 Off işte ikizler burcu erkeği.. Demiştin ya değişikler diye. Benden sana çok iyi, mükemmel bir dost olabilirdi aslında. Neden hayatımda hak etmeyene yer yok yerine biraz zamana ihtiyacım var demedin ki?

 Gerçi o zaman da hayatımdan silerdim ki seni. Ne yapabilirdik bilemedim.

  Hey!

Evet benim. Tüm tanışıklığımız süresince herşeyi bilen, herşeyden haberi olan, herşey hakkında fikri olan, o zeki adam benim.

 Beni sevdiğini anlamayacak kadar zeki değilmişim.

 Benim istediğim sadece biraz daha yakınlıktı. Maske istemiyordum. Ama en büyüklerini de ben takıyordum. Hiçbir zaman ne olduğumu, ne düşündüğümü çözemedin. Sadece önyargıların..

 Ve öyle kal bence. Benden uzak olmanı diliyorum artık tüm ömrün boyunca. Ve senden korkmuyorum; ahını almaktan, senin yüzünden geri kalan hayatımda işlerimin ters gitmesinden çekinmiyorum.

 Çünkü ben biliyorum ki;
neyin mükemmel olmasını istersem onu mükemmel yapıyorum zaten.

 Gerçekten de saf ve masum olan taraf sensen de özür dilemiyorum. Keşkem yok, gözüm arkada değil.

 Çünkü ben bana ben değer verdiğim halde değer verilmediğini hissettim.

 Benim hissetmem senin gösterememenden daha önemliydi.

 Ya yine ne saçmalıyor bu; ne yazmış bu kadar sanki umrumda olacağını düşünmüş diyeceksin..
 Aslında her satırı seni gösteren bir ayna güzelim. Bak sen bunları yaşadın, gelecekte hak edeceklerini beklerken fazla yüksek şeyler bekleme demek istiyorum.

 Sana kendimi ya da sevgimi övmüyorum; ben de aşk sicili pek temiz adamlardan sayılmam.
 Ama şunu biliyorum 'nasıl kırmışlar seni eski sevgililerin' cümlesinin 'eski sevgililerin' ögesinin en yeni üyesi sensin.

 Ve kırıldığımda senden daha iyi sileceğime emin olabilirsin. Ki ben senden çok daha önce kırıldım; eğer kırıldıysan.

  Aşık olduğumda acı çekmekten zevk alıyorum. Gerçekten zevk alıyorum amk ne yapabilirim.

 Ama şunu seviyorum. Bir kişinin arkasından oturup aylarca ağlayan duygusal bir mal değilim. Kendimi hiçbir zaman insanlardan soyutlamadım. Sadece kafamı dinlerim ben. Dere kenarına geçer 2 biramı içer şarkı söyleye söyleye yurda dönerim. Sonra tekrardan istediğimi hayatıma, istediğimin hayatına sokarım. Ah atarlı kezban sözlerim değil mi.. En azından bir buçuk metre boyumla ayaktayken ağzıma alabilmek için 1,95 bir sevgili aramıyorum.

 Seninle tanıştığım ilk günden itibaren sana ayak uydurmam gerekiyordu; fark ettiysen de, çok güzel yalnızı oynarım.

 Aslına bakarsan ben tüm hayatım boyunca yalnızdım. Annem beni memesinden ayırdığı günden beri kendimi çok savunmasız hissettim. Küçük anne bulma planlarım her zaman elimde patladı gitti.

 Acı çekmekten zevk alma olayı da aslında senin 'her duyguyu dibine kadar yaşadım' mevzundan geliyor biliyor musun. Özellikle bunu dediğinde sana çok gülmüştüm.  ''Aşkın da en güzelini tattım, mutluluğun da.'' dediğinde içimden ''Ee ben ne duruyorum s.ktirip gideyim o zaman?'' diye sormuştum.

 Ya senin nasıl bir ruh hali üzerine geldiğinden zerre haberin yok. Neyse olmasın ya. Merak etme. Hiç olmadı bil.

 Çok arabesk severim bazen ya. Arkandan ''ühühühü bebeğğiiiimm noolur sana ilk çiççeeğk alaağn adamı unutmaağğ'' diye ağlarım mesela. Sonra ise başkasına kapılırım; aklıma bile gelmezsin.

 En çok korktuğun şeylerden birisi de iftiraydı sanırım değil mi. Hayır ne yaptın da kim dedikodunu çıkardı acaba?

 Tabi bunlar varsayımlarım; hemen sulanmasın  o yeşil gözlerin.

 Bu arada burun estetiği olduğunu sözlükten okumuştum; o çizgi izi falan çıkarımım değildi sadece şansımı denemiştim.
 Ha bir de 3 boyutlu göremediği için abinin cerrah olamayacağını o an anladım valla önceden hazırlıklı değildim.
 O arkam dönükken bluzunun rengini bildiğim kadını daha önce hiç görmemiştim. Sadece otururken etrafı gözlerimle taradığımda çarpmış olmalı ki aklımda kalmış.
Sütlü tatlı sevdiğimden değil, sadece bir tatlı tarzım olduğunu sanmanı istedim. Tatlı olsun da b.k bile yerim aslında.
23 yaşında oturup jelibon yiyen bir adamdan ciddi bir ilişki bekledin ya.

 Neyse sana dair hatırladıklarım sadece bu kadar artık gerçekten de. 2 sene görmezsem yüzünü bile unuturum sanıyorum. Yani mükemmel hafızama unutması için telkinde bulunurum en azından.

 Bu arada harbiden o çiçeklere değer vermediğin için bittin gözümde. Kız dediğin kendisine alınan bir çiçeği elinden düşürmez be. Valla çok büyük ah ettim kızım daha çiçek alanın olmaz inşallah da hep beni hatırlarsın.

 İçimde fırtınalar kopsa bile belli etmeme yeteneğine sahibim. Karşımda öyle abartı abartı gülerken aslında senden pek hoşlanmıyordum fakat kendini öyle mutlu olduğuna inandırmıştın; bozmak istemedim.

 Kızgınlığım aslında sadece sana değil. Bu mektubun tamamı da sana değil aslında.

 Beni yalnız bırakan tüm kaşarlara.

 Ama birşey söyleyeyim mi?

 Aylarca herhangi birinizle vıcık vıcık olacağıma yalnız olup en azından birisini aldatmayayım, kalbini kırmayayım endişem olmadan istediğim boku yiyebilme özgürlüğümü seviyorum.

 Şüphem yok. Yeniden seveceğim. Başkalarını da mutlu edeceğim. Sadece sen anlayamadın; ben karşılık beklemeden birisini mutlu etmeye çalışırım. Ve o kişiyi mutlu ettiğimde ben de mutlu olurum.

 Ve artık başkalarını mutlu etmemin zamanı gelmiş. Yol duygusu için teşekkür olayı artık yalama oldu; onu beğenmiyorum.

 Güzel bir tanım vardı benimle ilgili. Bir dostum yapmıştı.

 ''Senin bahar aşklarına çok özeniyorum yaa. Çok mükemmel oluyor; sonra sadece hatıra defterlerinde kalıyor. Asıl korkulacak olanlar yaz sonuna doğru başlıyor.''

 Tamam aşağılık, egosu tavan yapmış, umursamaz ve duygusuz bir pislik olabilirim. Ama gerçekten de sana dönüp de 'sen bana bunları bunları yaptın. bunun için seni gösteriş meraklısı, hayattaki tek amacı bir bok olabileceğini kanıtlamak olan fahişe; siktir git hayatımdan'

diyemeyeceğimi mi sandın?

 siktir git ve o diğer ezik eski sevgililerinin falan arkasından ağla hadi. Ben arkasından ağlanacak adamlardan değilim, hiç olmadım. Ve sana birşey söyleyeyim mi?

 Beni benden öncekini sevdiğinin onda biri kadar sevmiş olsaydın; kesinlikle bırakamazdın. Ama son sözlerinden birisi de şu değil miydi?
''Seni o orospu çocuklarından farklı kılan bana değer verdiğini sanmamdı''.

Kendimi onlarla kıyasladığım falan yok; ne bok olduğunu gör işte diye yapıyorum. Gözlerinden hala yaşlar süzülmedi mi? O zaman yukarıdaki tanıma 'duygusuz' u da ekleyebilirsin.

 Seni de benim hayatıma giren diğer orospulardan farklı kılan;

birşey bulamadım. Bu saatten sonra artık sen de onların arasındasın.

 Pişman değilim. Hüzünlü şarkılar dinlerken bile gülümseyebiliyorum. Hayır; sakın yanlış anlama bu benim 'bak sensiz de çok mutluyum herşey güzel o la la' feryadım falan değil. Hep böyleydim. Pişmanlıklarım hiçbir zaman gönül meselelerine dair olmadı. Haklısın ama; egoistin tekiyim, narsist ve megalomanım. Benim pişmanlıklarım sadece bana zarar veren şeyleri hayatıma sokmaktı. Etkileri kalıcı oldukça 'keşke'lerim oldu zaten. Ayın karpuz dilimi gibi batışını izlemedim kimseyle deniz kıyısında biliyor musun? Belki de izlemişimdir; hatırlamıyorum. Ben günümü yaşıyorum. Sana açık konuşayım.

 Ben sadece sen evleneceğin adamı bulana kadar seninle takılmak isteyen bir adamdım. Yani birbirimizin hayallerine ortak olmamız gerekmiyordu ki. Sen sadece vaktimin eğlenceli geçmesine yardımcı olacaktın.

 'Canım sıkılıyor' dediğimde saçma birşeyler yapmama engel olacaktın. Çok güzel gülen kadınlar tanıdım bebeğim. Sen de onlardan birisiydin sadece. Ben sadece mutlu olmanı istedim ki o seni iyi hissettirirdi; beni değil.

 Sanırım en büyük pişmanlığım da 'kaybetme duygusu' denen şeye sahip olamayışım. Kendimi bundan dolayı suçlu hissetmedim hiçbir zaman. Çok güzel gülen kadınlar var demiştim. Ben beklerim; sonunda birisine daha rastlarım elbette.

 Çok yalvarmıştın madem al hadi sana dolu dolu bir

 'HOŞÇAKAL'.

Bak yine başlarda yapar gibiydim ama sonunda yıktım dimi?

 Affedersin ama .mına bile korum. Keyfim nasıl geliyorsa. Kusura bakma ama ben en iyisiyim :/  Ve beni kaybettiğine gerçekten pişman olmalısın. Ol diye ısrar etmiyorum zaten olursun benim gibi müthiş zeki, kültürlü ve geleceği parlak birisini bulamayınca. Neyse zaten kendini kandırırsın 'ama onunla mutluyum' ya da 'o beni seviyor' larla. Sana hayatta başarılar yavrum. Umarım hayalini kurduğun gibi insanların saygı duyacağı birisi olursun da o ezik kompleksinden kurtulursun. ßß.

 Her yazıya bir şarkı kampanyam var. Anlam yüklemene gerek yok.