Sayfalar

Naber Fıstık?


 'Yuh ya binaya baksana kaç katlı öyle' dedim. Beni sanırım 9. kata vermişlerdi. Yani yaşayacağım ev orasıydı. Burası çok güneşli bir yer. Ve okul evimin penceresinden görünüyor. Alt tarafında bir sahil var. Okul sahilin kenarında. Zamanından tam emin değilim ama ilkbaharın başları olmalı. Sabahın köründe okula gitmek için hazırlanıyorum. Bütün yol boyunca denize baka baka gidiyorum. Tabi sigara kullanmıyorum o zamanlar; daha kötü fikirler dönmeye başlamamış aklımda. Yoksa şimdiki aklımla 'boşversene okulu' diye gidip 2 bira alır o sahilde demlenirdim sabahın körü olmasına rağmen.

 Töreni kaçırmışım. Hay Allah; her zamanki alışkanlığım. Müdürün odasında biraz fırça yiyeceğim belli. Ama ben ukala gülüşümü hiçbir zaman bırakmamayı seçmişim ki müdürün odasından da gülümseyerek çıkıyorum. Adamı içeride nasıl sinir ettiysem artık; keyfim gayet de yerinde. Koridorlar upuzun ve çok geniş. Çok büyük bir bina olmalı; 3 tane blok var birbiriyle bağlantısı olan. Yanımda tanımadığım birisi var. Beraber yürüyoruz. Birşeyler paylaşıyoruz onunla. Yemeğimizi, hoşgörümüzü, sevgimizi ve gülüşlerimizi. Sonra ayrılıyoruz; o kendi sınıfına gidiyor. Ama benim canım biraz daha serserilik yapmak istiyor. Gidip birinci sınıfların katında bir sınıfa giriyorum. Tertemiz yüzler; daha sayıları öğrenmekteler. Öğretmenlerine selam verip geçip tam karşısındaki sıraya oturuyorum. Orta yaşlarda bir erkek; hani şu filmlerde falan bahsedilen ama gerçek hayatta kimsede görmediğim 'öğretmenlik aşkı' denen şeyden bayağı var. Kendini öğretmenliğe adamış; hala bekar olduğunu söylüyor. İçindeki çocuk sevgisi eksikliğini burada tatmin ettiğinden falan bahsediyor. Sonra ileride işlerin kötü gittiğini söylediğimde biraz duraksadıktan sonra 'evet' diyor ve devam ediyor, 'bunları böyle her gün kurbanlık gibi yetiştirdiğimi düşündükçe üzülüyorum. Aralarında öylesine yetenekliler var ki; ama aileleri mühendis ya da doktor olmasını istiyor. Anlayacağın; geleceğin sanatçı ruhlarını öldürüyoruz burada.' diyor.

 İçim daha fazla elvermiyor bu geleceğin parlak ışıklarının çarpım tablosu ile sönmelerine. Kalkıp çıkıyorum sınıftan. Geride bıraktığım öğrenim hayatımı düşününce elimde hiçbir faydalı şeyin olmadığı gerçeği çarpıyor yüzüme. Bakkalın beni kazıklamaması için toplama çıkarma öğrenmiştim annemin söylediğine göre. O zamanlar inanıyorsun tabi; çocuk halinin tek mutluluk kaynağı ufacık bir şeker ya da çikolata.

 Yukarı, aşağı. Katları bitmek bilmiyor okulun. Koridorlarında artık tanımaya başladığım insanlarla karşılaşıyorum yavaş yavaş. Sadece selam verip geçiyorum; muhabbet etmek bile yok. İleride isimlerini ve yüzlerini hatırlayamayacağım aşikar. Çok yakın gelmiyorlar zaten bana. Birkaç öğretmen dolanıyor koridorlarda. Kontrol manyağı olmamalarına rağmen çocukların koyun gibi tepkisiz ve bilinçsiz bir şekilde büyümelerinin en büyük savunucuları. Keyifleri yerinde olmalı çünkü para kazanmak için insan eğitiyorlar; kimse işini zorlaştırmak istemez değil mi? Hayallerine gidecek yolun okuldan geçmediği bilincinden olan çocuklar bir köşede oturup o yılların bitmesini bekliyorlar.

 Sonra daha büyük sınıflara ait olduğunu zannettiğim bir kata dönüyorum. Artık yüzler daha belirgin. Gülümsüyorum bu sefer selam verirken. İnsanları tanıdığım zamanlara rast gelmiş olmalı bu dönemlerim. İyi yada kötü; yargılamadan sevdiğim dönemleri atlatmış durumdayım. Ama içimde hala bir karşılıksız güvenme isteği..

 Daha sınıfın kapısına geldiğimde belli; burası benim büyüdüğüm yer. Kapıda biraz oyalanıyorum; her geçene selam vermesem de durup birazcık muhabbet ediyoruz tanıdıklarla. Sonra hoca geliyor; yöneliyoruz içeri. Hoca dediğime göre anladınız; artık öğretmen değil yani. Lisedeyiz.

 Ama hoca mı desem öğretmen mi desem bilemiyorum. Çünkü bana bir harf öğretene saygımı en son onda bıraktığım bir orta okul öğretmenim. Nasıl oldu bilmiyorum ama ondan sonraki öğretmenlerimin hiçbirisine karşı en ufak bir duygu parıltısı bile hissedemedim. Öğretim ve eğitim hakkında söyleyeceklerim bu kadar. Çünkü içeride sanat filmi başlıyor. Ve sanatın hiçbir zaman eğitim öğretim yolundan geçmediğini biliyorum.

 Güneş parlıyor burada demiştim ya; bir anlığına perdeden gelen güneşin sönük kaldığına şahit oluyorum. Kaç sene geçtiğini hatırlamıyor olsam da onu gördüğümde kalbim yine ısınıyor. Kafası eğik, birşeylerle uğraşıyor. Kafasını kaldırmasını deli gibi istiyorum ama ne göreceğimi de biliyorum zaten. Gözlerini hiç kafamdan çıkarmamıştım. Anime karakterleri gibi kocaman, yeşile dönük ela. İçimde bayramlıklarıyla yatan bir çocuğun heyecanı var. Ama gel gör ki film buradan sonra kopuyor.

 Yanına gidip 'Naber Fıstık?' diyerek yanağından bir makas alıyorum. Bakışları şaşkın ama yabancı bir şaşkınlık değil bu. Gözlerinde beni gördüğünde her zaman oluşan parlaklık var. Gülümsüyorum. Ama senelerdir böyle gülümsediğimi de hatırlamıyorum. Sadece ukala bir gülüş atıyor ve pek ciddiye almıyordum normalde. Ama bu sefer içimden bir sıcak hava dalgası fırlayıp yanaklarıma yayılıyor. 'Nasılsın canım' diyor bana şaşkınlıkla kocaman açılan gözlerini bir kenara bırakıp gülümsemesini yüzüne yerleştirerek.

 Tabi bu kısımda dışarıdan bir köpek havlaması geliyor ve rüyanın bu aralığı piç oluyor ama uykuda tutmam lazım kendimi. Tam uyanmamaya çalışıyorum; gözlerimi açarsam tüm herşey silinecek ve çoğunu hatırlamayacağım bile. Bedenimi yataktan kaldıramıyorum; belli ki ruhumun tüm hepsi daha geri gelmemiş, dışarıda bana güzel şeyler göstermeye niyetli bu gece. En azından hava güneşliydi; bu sefer fırtına ve karanlık yok. Ben de bu rüyanın sonunu getirmeye niyetliyim oldukça. Yastığıma biraz daha sarılıyorum her yalnız insan gibi.

 Yan yana oturuyoruz. Karşımda da orta okuldaki o hocam. Geçmişime dair en çok sevdiğim insanla en çok saygı duyduğum insan var ve ben hala bunun rüya olduğu bilincindeyim. 'Kaybolmam lazım' diyorum meleğime. 'Uykunun beni alıp götürmesi gerekiyor ki; gerçek olduğuna kanmam gerekiyor' diyorum. 'Hadi elimi tut ve götür beni dünyanın boş vermişliğinden.'

 Hayatım boyunca hiçbir zaman ingilizce çalışmamış olmama rağmen şu anda bile mukavemeti ingilizce dinleyip anlamamı sağlayan budur herhalde. Severek dinliyorum, gülümsüyorum. Etrafımda hep tanıdık yüzler var. Arkama dönüyorum, etrafıma bakıyorum. Hepsine gülümsüyorum ayrı ayrı. Sınıfta bir mutluluk var. Geçmişimden belirli bir kesit değil çünkü bu. İçimdeki tüm güzel anıları bir araya toplamışım sanki. Şakalaşıyoruz, durmadan kahkahalar atıyoruz sınıfın içerisinde. Zamanın nasıl geçtiğini anlamıyorum bile. Güneş en parlak ışıklarını yöneltmeyi yavaş yavaş bırakmaya başlıyor ve sona geldiğimizi anlıyorum o günlük. Hep büyük bir heyecanla beklediğim o zil sesini duymak istemiyorum o anlık. Çünkü yan yana susuyor olsak da ikimiz de mutluyuz sevdiğimle. Elimi hala sıkı sıkı tutuyor. Uyanmak için hiçbir sebebim yok şuanda. Beni bekleyen sıkıntı ve dertlerin hiçbirisi umurumda değil.

 'Yaşıyorsun değil mi?' diyor meleğim. 'Evet' diyorum. 'Evet ama bilinçsiz gibiyim sanki. Kalbim küçülmüş, ruhumun enerjisi sönmüş gibi sanki. Cebime birkaç gitar riffi doldurup gitmek istiyorum yaşadığım şehirden. Seni özlüyorum, özleyince nefes alamıyorum sanki. Gözyaşlarım boğuyor içimi gibi. Gülüyorum ama hep bir burukluk oluyor sanki. Senelerdir yüzünü görmediğim için artık görmek de istemiyorum ya; hayalini özlüyor gibiyim. Bilmiyorum bebeğim; belki de senle tattığım en büyük mutluluğun arayışı içindeyim ama bir türlü bulamıyorum.'

 Gözlerinden anlıyorum söyleyeceklerini. 'Dur daha bitmedi rüyam; bırakma elimi, daha çok anlatacaklarım var sana' diyorum. Her zamanki gibi ben konuşuyorum; o gülümsüyor. Ben aşık oluyorum, o daha da çok seviyor.

 Zil çalıyor.

 Güneş gölgemizi bizden büyük göstermeye başlamış; demek ki akşam oluyor. Çıkıyoruz dışarı. Sol tarafıma alıyorum meleğimi, her zamanki gibi. 'Sesini duyuyorum kalbinin. Oldukça zayıf ve yorgun gibi geliyor' diyor. Diyecek birşeyim yok; kendime pek dikkat etmedim son zamanlarda. Gülümsüyorum sadece. Sağ tarafımda da öğretmenim var. Dönüyorum ona; 'Dediğin hiçbir şeyi unutmadım öğretmenim. İnsanları sevmeyi sen öğretmiştin bana. Ne kadar kötü olursa olsun her insanın aslında kardeş olduğunu sen öğrettin bana' diyorum. 'Güven konusunda hala sorunların var değil mi' diyor. Kafamı eğiyorum. 'Her zaman bu konuda haklı olduğumu düşünüyorum ama biliyorsun değil mi?' Verdiği cevap hala ikilemde olduğumun kanıtı. 'Sen sadece kendine güveniyorsun; ve bu bazen başına olmadık işler açıyor'

 Sahilde yürüyoruz. Evim gözüküyor. Yolun sonuna yaklaştığımızın habercisi. Ama denizin kenarında olmak istiyorum ben hala. Sevgim ve saygımla beraber olmak istiyorum. Onları bırakıp eve gitmek istemiyorum. Martıların çığlıklarını ve dalgaları duymak bana huzur veriyor.

 'Sizinle yaşadığımı hissettim ben' diyorum kendi kendime. Öğretmenimin omzumdaki eli, sevdiğimin yanağımdaki saçları kendime güvenimi geri getiriyor sanki. Ne yaparsam yapayım sevilmiştim; sonra bir gün birşeyler olmuştu ve kendimi kaybetmiştim. Ama öncelikle bu kötü düşünceleri bir kenara bırakıp anın tadını çıkarmalıydım.

 Havadan sudan konuşuyorduk. Arkada bir melodi vardı sanki, herşey uyumlu gibiydi. Gülümsüyorduk, mutluyduk ve huzur doluyduk. Bembeyaz köpükleri dalga dalga kıyıya vuruyordu denizin.

 Güneş iyice kırmızılaşmaya başladı ve öğretmenime dönüp 'Büyüdüğümde hiçbir şeyin o yaşta gördüğüm gibi kalmayacağını söylediğin an buydu değil mi' dedim. 'Evet aslanım, o zaman çok temiz ve saftın, daha kirlenmemişti ruhun diğer insanların kötülükleriyle' dedi. 'Ve demiştim ya hani sana, bir gün kendini mutlu hissettiğin her anı özlediğin olacak. Ama o zaman bile asla kendini salma. Çünkü sen değerlisin ve bunu biliyorsun' diye ekledi. 'Benim artık gitmem gerekiyor; senin çok sık söylediğin gibi; herkes kendi hayatını yaşıyor evlat. Ama birlikte olduklarının değerini bildikçe yaşamına renk geliyor. Sakın elindekileri yitirme. Sen büyürken sadece iyi şeyler değil; kötü şeyler de büyüyor. Sıkıntıların, dertlerin, yalnızlığın da büyüyecek. Unutmayacağını biliyorum ama bir daha hatırlatayım; dünyayı güzelleştiren insanlardır; o yüzden karşına çıkanlara her zaman yaratıcının bir parçasıymış gibi saygı ve sevgi duy. Kendine iyi bak aslanım; bir gün görüşmek üzere.''

 Kafamı sevdiğimin saçlarına dayamış bir şekilde öğretmenimin gidişini izledim. Saygım beni orada sevgimle başbaşa bırakıp gitti. Ama saygımın yerine koyabileceğim birşeyi bıraktı; insanlara değer verme yetisini.

 'Sona yaklaşıyoruz değil mi?' dedim karamsar bir şekilde.

 Yüzümdeki umutsuzluğu tek bir bakışı ile silebilen tek varlığa bunu söylemem aptallıktı evet ama ne yapabilirdim ki. Gülümsedi ve bana sarıldı. Kulağıma 'Hayır daha seninle yapacaklarımız var' dedi.

 Elimden tutup beni sahile doğru götürdü. Kumların üzerine oturduğumda kumların aslında pamuk gibi yumuşacık olduğunu hissettim. Ufuklara doğru baktığımda kesinlikle sonu yoktu. Belliydi; dünya üzerinde değildik. Ama bu cennet de olmamalıydı; çünkü içimde hala bir endişe ve karamsarlık vardı.

 'Nerede olduğumuzu düşünmeyi bırak; bak benim yanımdasın işte' dedi. Saygımı yitirmiş, sevgimle bir deniz kenarında pamuksu kumlar üzerinde baş başaydım.

 'Sen öğrettin bana biliyorsun değil mi' diye söze başladığımda eliyle ağzımı kapattı ve susturdu. 'Sadece anın tadını çıkar' dedi ve dudaklarını dudaklarıma yaklaştırdı. Sonrası birkaç güneşli pazar kahvaltısı gibiydi. İçindeki sıcaklığın dudaklarımla bana geçişini hissediyordum. Sanki buna hep ihtiyacım varmış gibiydi. Yaşam enerjisi böyle doluyor olmalıydı. Gözlerimi açtım ve karşımda dünyanın en güzel gülüşünü yakaladım.

 'Sen de özlüyor musun ki' diye sormak geldi içimden. Ama o zaten biliyor gibiydi. Kafasını salladı sadece. 'Daha ne kadar düşeceğim peki?' dedim. 'Bilmiyorum; ama boğazını kesme fikrinin kötü olmadığına inandığın sürece düşmeye devam edeceksin' dedi. Güneş üzerimizde artık son ışıltılarını yayıyordu.

 Düşünmek için fazla zamanım yoktu. Aklımda milyonlarca soruyla durdum öylece. Aslında tek bir soruydu milyonlarcasının özeti. Sadece bir 'Neden?' demeliydim. 'Neden bu kadar acıya sebep oldum?'.

 'Saygının da sana söylediği gibi; sen büyürken sadece iyi şeyler değil, kötü şeyler de seninle büyüyor. Senin kaldırabileceğinden fazlası sana yükleniyor ve en sonunda isyan ediyorsun. Diğer insanlar da bunu yaşıyorlar, hep birşeylere tutunup kendilerini uyuşturmayı seçiyorlar. Sense boş veriyorsun. Aslında senin saçının, sakalının, giyiminin ve davranışlarının bu kadar baştan savma olmasının sebebi boş vermişliğin. Değer vermiyorsun çünkü. Kaybettiklerinin değil, kendi hayatının yasını tutuyorsun. Düzeleceğine inanmıyorsun. Ama hiçbir zaman umudunu da kaybetmiyorsun. Seni sona götürecek olan trenin ne zaman geleceğine asla bakmak istemiyorsun.  Ne zaman düşeceğini merak ediyorsun ama kaymaktan da memnunsun. Yaşadığın acılardan zevk almaya başladın artık. Çünkü umursamıyorsun..'

 Ondan sonra hayatıma giren kızların söylediklerinin toplam bir özeti gibiydi. Hiçbirini onun yerine koyamadığım, sevgimi de hak etmediklerini düşündüğüm kızların ortak fikriydi bu. Hepsini birden duymak hoştu tabi. En azından bu seferlik 'Umurumda değil' demeyecektim.

 'Sen dememiş miydin bana güzel meleğim; hani senden sonra kimseyi sevemeyecektim? Aradığımı bulamayacaktım; yalnız olmasam bile yalnız hissedecektim kendimi..' dedim.

 'Peki sen hiç yaşamayı bıraktın mı bebeğim? Her gece sabaha kadar uykusuz kalıp sonra günün ilk ışıklarıyla denizi koklamaya, rüzgarını hissetmeye neden gittin?' dedi.

 'Bunun olacağına hiç inanmamıştım biliyor musun.' dedim. 'Siz beni bıraktıktan sonra öylesine yaşıyorum sadece; artık hiç saygı ve sevgiye sahip olamayacağımı düşünüyorum. Beni öteki tarafa mı yoksa sevdiğim yere mi bırakıp terk ettiniz; bilmiyorum. Sadece uyuştuğumu biliyorum. Eddie Vedder 'Oh, I, oh, I'm still alive' diye bağırırken hep kendi kendime aynı soruyu soruyorum. Gerçekten ben de hala hayatta mıydım?'

 'Orada aslında gerçekte o zaman geçirdiğin insanların değil de rüzgarın yüzünü okşadığını biliyordun. Herşeyin farkındaydın onca zaman; hep farkında oldun. Sen hiç kendini kaybetmedin aslında. Nefes alabildiğin her yeri evin kabul ettin ve oraya sığındın. Senin o gökyüzü olmayan şehirde hala hayatta kalabilmiş olmanın sırrı da bu zaten. Senin yüzünü okşayan rüzgarı benim sana yolladığıma inanmış olmandı seni hayatta tutan. Aşık olamadın, sadece kocaman kalbini paylaştın. İçindeki sevginin büyük bir kısmını bende bırakmış olsan da hep yeniden sevebileceğine inandın. Ve ben bu sefer sana geldim; vedalaşmadan gitmiştik ya yollarımıza; bu sefer vedalaşıp bende bıraktığını sana geri vermeye hazırım.' dedi suratında kocaman bir gülümseme ile.

 Aslında söyledikleri ne kadar acı da olsa o gülümsemeyi gördükçe içimde hiçbir sızı hissetmiyordum. Senelerdir zihnimin ulaşamadığım kısımlarına atmış olduğum gerçeklerdi bunlar; sadece ben biliyorum sanıyordum. Sanırım bu sefer sona gelmiştik; ama ben yine de gönülsüzdüm bu konuda.

 'Hayır istemiyorum; sana verdiğim değeri, sevgiyi hiçbir zaman kirletmeden sakladın sen. Hiç karşıma gerçekten de kendimi kollarına bırakabileceğim birisi çıkmadı. Hep uzun yolculuklara çıkıyor gibi hissettim kendimi kilometrelerce yollar giderken. Aslında en uzun yolculuğum buymuş benim. Senelerdir beklemişim. Hani cehennem tasvirlerinden birisinde vardı; sırayı beklersin; sıra sana gelir ve kuyruğun en sonuna dönersin ya. İşte öyle olduğuna inanmıştım hayatımın. Hep tekrarlayan şeyler vardı. Hep aynı oyun dönüyordu sanki sahnede. Perde her kapandığında yeni birşeyler bekledim; ama olmadı.' dedim.

 'Sensin ama hala 'Hayatımın daha çeyreğini yaşadım; önümde uzun yıllar var' diyen. Sevgini ve saygını kaybettiğini sanarak aslında hata ettin. Hep içinde sakladın; değer veremediğin hiç kimseye onları da sunamadın. Emin ol; bir gün karşına hepsini verebileceğin birisi çıkacak. Ve kesinlikle umudunu kaybetmeyeceğinden de şüphem yok. Sen sadece dünyanın çiçekli bahçelerinde koşmayı seviyorsun. Hiçbir şeyden habersiz kalmak sana yaşama inancı veriyor. Bırak yüklerinin hepsi düşeceği yere düşsünler. Zihnini boşalt ve hayallerine odaklan.'

 'Ben en son hayal kurmayı sende bıraktım' dedim. 'Hayallerin peşinde koşmak güzel ama yıkıldıkça sadece spor yapmış oluyorum gibi geliyor' diye ekledim.

 Güneş artık son parıltılarını vermek üzereydi. Deniz daha da köpürmeye başlamış; hava soğumuştu. Sarılmalıydım artık. Isınmalı ve yoluma devam etmeliydim. İkimiz de bunun farkındaydık.

 'Yoluna artık öyle hissiz bir şekilde devam etmeyeceksin. Ben sana geride bıraktıklarını, zihninin derinliklerine ittiklerini geri vermek için buradayım. Söyleyecek çok şey var; benim de senin de bir sürü sorularımız var. Ama sen de biliyorsun ki hayat kısa. Emin ol bir gün karşına tüm benliğinle sarılabileceğin birisi çıkacak. Aklındaki şeytanları bir kenara at ve zihninin bulanmasına izin verme. Frusciante dinlediğini biliyorum; o melodileri yaşıyorsun sanki. Beni en son Teoman'la bıraktığın için artık hatırlamıyorsundur bile belki.'

 'Frusciante yalnızlığımı anlatıyor bana; geçmişimi, pişmanlıklarımı, şimdiki anımı, hayallerimi. Her şeyimi. Teoman dinlemeyi bıraktım evet; içimdeki serseriyi çıkarıyor ortaya.' dedim. Daha çok şey söylerdim ama iyice üşümüştüm.

 Kalktık ve evime doğru yürümeye başladık. 'Sona geldik değil mi?' dedim. 'Evet meleğim' dedi. 'Sen daha önce bana hiç 'meleğim' dememiştin dedim. 'Evet ama hep demek istemiştim fırsatını bulamamıştım.' dedi. Gülümsedim ve biraz daha sıkı sarıldım. Denizin sesi artık sesimizi bastırıyordu.

 'Artık gün batıyor; senin zamanında ise aydınlanmak üzere; bir daha ne zaman karşılaşacağımızı bilmiyorum. Birazdan saygın gibi ben de gideceğim. Yine aynısı oldu; yalnız kaldım diye düşünme. Çünkü artık biliyorsun; bunların hepsi senin içinde. Kendine iyi bak bebeğim; umarım bir gün yeniden karşılaşmak dileği ile. Bu sefer önceden yapamadığımız o vedalaşmayı yapabileceğiz sonunda. Zihninden ve kalbinden çıkıp gidiyorum; seni çok özleyeceğim..' dedi. İlk kez gülümsemiyordu.

 Bu sefer benim gülümsemem gerekiyordu. Çünkü her zaman güçlü duracak olan ben olmuştum. Bana öğrettiği onca şeyden sonra oturup ağlamak da anlamsızdı zaten.

 'Bana yaşattığın tüm mutluluklar için teşekkür ederim meleğim. Senin sayende büyüdüm ben. Bunu hep saklamışımdır ama şimdi söylemenin tam sırası. Sen hayatıma giren en güzel şey oldun ve hep öyle kalacaksın. İçimde sakladığım sevginin vücut bulmuş hali senmişsin evet bunu şimdi anlıyorum. Kendine iyi bak herşeyim. Başka bir zamanda rastlaşmak üzere.' dedim. İçimdeki canavarın kükrediğini hissediyordum ama bu sefer sonun geldiğini biliyordum. Susmalıydım. Hayatımda ilk kez susmayı seçtim.


 Kafamda çalan şarkı ise senelerdir aynı gibiydi. Her hatırladığımda.

                              



 Evime neredeyse gelmiştik. Kapıya yaklaştığımızda birkaç damlanın üzerime düştüğünü hissettim. Yağmur başlıyordu. Biliyordum; bu güzel meleğimin gidişinin habercisiydi. Kafasını kaldırıp son bir kez daha baktı. 'Biliyorum meleğim; hadi kanatların ıslanmadan git artık. Söylediklerinizin hiçbirisini unutmayacağım bundan sonra.' dedim o aklıma kazınan eşsiz gözlerinin içine bakarak.
 Gülümsedi ve güneşin son ışıkları da üzerimizden kaybolurken pamuksu kumların üzerinde gözden kayboldu.


...



 Sonra uyandım. Sonraki birkaç saniye elimi yüzüme götürdüm ve olabildiğince ayrıntılı bir şekilde zihnimde tutmaya çalıştım. Avucumda su tutmaya benzese bile hiçbir anını aklımdan çıkarmayacağımdan emindim.

 Saygımın ve sevgimin beni aslında hiç terk etmediklerini, zihnimin bir kenarında hep doğru anı beklediklerini gördüm. O an geldiğinde yaşama tüm isteğimle sarılacağıma eminim. Şimdilik sadece yağmurun geçmesini beklemeliyim.