Sayfalar

9 yıllık moladan sonra..

Yarım şişeden fazlasını içtiğim için değil, suratıma çarpan o acı gerçeğin sarhoşluğu ile kaleme alıyorum bunları...

 Hayal kırıklığı üzerine yazılabilecek tüm kelimeleri döktüm ben kağıda bu zamana kadar. Çünkü yaşarken kopardı içimdeki umudu ve mutluluğu zaman. İçimde 31 yaşında bir ihtiyar yaşıyor. Çünkü on sekizime bile varmadan tanıştım yalnızlıkla, çaresizlik ve korkuyla. Kalan seneler sadece aynı dizinin yeni bölümleri gibi geldi geçti hayatımdan. Ben hep introlari da dahil olmak üzere, tüm olayı başından sonuna kadar, değiştirmek zorunda hissetmeden, elimde kumanda olmasına rağmen durup keyif alarak her anını keyifle izledim. 

 Koşma yorulduysan, anaforda bogulduysan, sen de korkuyorsan yalnızlıktan demişti Teo. Benim de o zamanlarda elimde bir şişe şarap, ben kendim ve yalnızlığım içiyorduk boğulurcasina. Sıkça kulak veriyordum kendime çok benzettiğimi düşündüğüm o haylaz çocuğa. 

Ve sonra anlattı bana bebeğim, nerden gelip nereye gitmek istediğini... Sonunda bir sokak lambası altında bir nefeslik sigara dumanımı anlattılar yıllarca arkadaşlarım bana. Peşinden gitmeye korktuğum şey hayallerim değil, anılarım olmuştu. Kaderin mızrağı sanırım zaten İsa'nın değildi. Ama o sokak lambasının altındaki sigara dumanı bulutunda içimde kırılan tüm umutlarım vardı, gri gökyüzüne karışıp yok olurken ben sadece yürüyordum. 

İçtikten sonra genelde sızmak yerine yazardım. Çünkü yalnızlık çekiyordum, içimde 4 kişi yaşıyor olmasına rağmen. Ah, ikizler ikizler olmak nasıldır size anlatamam. Öğrencisin, evlatsin, kişiliği oturmaya başlayan bir bireysin ve belki de birkaç kalpte iz bırakmış bir serserisin. Hiçbirisi olmasan bile en azından hayattasin... 

Sevmek, dünyanın en güzel olayı üstadım. Doğayı sev, eşyalarını sev, arkadaşlarını sev, işini sev, yaptığın her işi son kez yapıyormuş gibi yap, hepsini bırak ilk olarak kendini sev. Yaratıcının bir parçası olarak sev kendini, yaratılan sensin, yaradanı seversin dolaylı olarak. Teslimiyetin getireceği huzur sen farkında olmasan da geliyor merak etme... Bunu daha önce deneyimledigini inkar da edemezsin.

 Belki önümüz yaz, gideriz bir yerlere... Aynaya baktığımda gözlerimin yanlarındaki kırışıklıklar harici yaşlılık belirtisi göremiyorum. Gözlerim halen ilk okula başladığında etrafa ışık saçan heyecanıyla... Biraz sırtım mi kamburlasti, yoksa saçlarım mi beyazladi.. neyse ki 30 yaşında hedefim tüm saçlarımın dökülmüş, şişman ve yıkık birisi olmaktı, en azından halen yıldızların altında rüzgarla savrulan ruhuma benzeyen dağınık saçlarım var. Hem de hiç dökülmemis olarak. 

Hadi konu değişsin, yazmayalim yine aynı aforizmalari diye diye bir kadeh daha devirelim. Çok yorgunum. Gerçekten yorgunum. Geçtiğimiz bir senede hiç olmadığı kadar yaralanan ruhum gerçekten ağır geliyor artık bana. Bir kariyerin bu kadar berbat bir planla sistematik olarak çöküşünü uzaktan izlemek içimde kopmakta olan fırtınaları daha da alevlendirmeyi asla bırakmıyor. 

Hayaller yıkılabilir, umutlar sönebilir, güç bitebilir. Ama yaşadığım, nefes aldığım süre boyunca ilerlemeye devam edeceğime dair ettiğim yeminimi asla bozmayacagim. Uçarcasina koşacağım, kosamazsam yürüyeceğim, yuruyemezsem emekleyecegim, emekleyemezsem de sürünecegim. Ama ne olursa olsun ilerleyeceğim.

 Mutlak son dediğimiz o finalden sonrasını bilmediğim halde, bir umut ben ilerleyecegim. Hayatı sevdiğim için değil, o kör kovanın gelip boynuma yapıştığı an düşündüğüm tüm iyi şeyler için, üflenen ruhumla verilmiş o nefesimi gök kubbede hoş bir seda birakmak için tuketecegim. Saat 3 olmuş, resimler buruşmuş... 

Böylesine bir hayatı daha yirmilerinde iken "ben göreceğimi gördüm, beni yüz üstü gömün" dediği halde yaşayan bir adamı asla durdurmayacağız. Şans, emek, tutku, özveri, feragat... Ne lazımsa, ne gerekiyorsa, ne şartsa... Kollarımı ve bacaklarimi kesseler bile vücudumu boynumdan destekleyerek nasıl sürünecegimi biliyordum ben... 

Düştüm. 

Öyle böyle değil, çok kötü düştüm. Sanırsın ki tüm benliğim kırıldı. İçimden gelen olası tevazu sonrası vasattan nasihatlar dinledim... Ne olursa olsun kalkacağımı biliyordum. Çok çok zeki bir adam değilim, hayatta kalma içgüdülerim sayesinde karakterimden taviz vermeden, gurur ve onurumla yaşamaya çalışmak ve bunun farkında olmak beni ayakta tuttu. 

Her yazıda aynı şeyi düşünürdüm.. hayat bitince gerçekten de bitiyor mu diye. Çünkü geçmiş olsun denince geçmiyor da, sağlık olsun denince kırılan dökülenler yerine gelmiyor da... Edite gerek yok, kalemden ne söküldü ise bloğa verdiğim 10 yılı geçen arası üzerinden hediyesi olsun. En önemlisi, o zamanlar başımda olan büyük sandığım dertlerin hiçbirisinin şuanda bir önemi yok diyemem.

Ben treni kaçırmış bir neslin çocuğu değil miyim, benim her zaman dertlerim olmak zorunda. Ve bunlar geçmişten gelmek zorunda olmasa da yenilerinin hatırlatması ile mecburen olmakta. Selam olsun bağrı yanık dostlara, dean winchester'a, jack peralta'ya, tutturduğum türkülere, chensy'e, doublelift e, yanmaya devam eden dumanına, dexter morgan'a, gregory house'a, bana bakan şişenin dibine, rhcp ye, teomana, hayatıma iyi veya kötü imzasını bırakanlara, ceg e, uziye, çileli tükenip giden ömrüme, daredevil e, tony starka, yaptığım tüm kesme işareti yanlışlarına, baktığım tüm küçük işlere, yakmama ve yanmama, aşksız döndüremediğim ama yalansız döndürebildigim dünyama...

Sen unut geçmişini, ben ilerledikçe her türlü zaten arkama bakarım. Çünkü ne kadar ilerlediğimi görmeden nereye gittigimi bilemem. Noktalama işaretleri, yanlış kullanılan harfler, suya düşen hayallerin yüzme bilmemesi kadar önemli değil merak etmeyin azizim. Ankara'dan abim hiç gelmedi benim, ama annem babam beni çok severmiş... 

On yıldan fazla elim kaleme klavyeye gitmemişti. Anlatsam roman değil, dolu dolu bir hayatin bir parçası olur...

 İyiler kazanır, kötülükler kazınır dediler... Mutlu olmak için mutlu etmenin yetmeyeceğini söylemediler. 

Olsun, düşsek de kalkacagiz elbet. İyiler kazanır, kötülükler kazınmasa da bir kelebeğin kanadından gelen rüzgarla dağılır belki tüm bu kara bulutlar..