Sayfalar

14 Şubat

 Genellemeleri sevmem fakat üzerinde duracağım birkaç nokta var.

 Kapitalizm ürünü, çiçekçi bayramı, dünya hediyelik eşya satanlar günü olarak da geçen, çevirisi ''Sevgililer günü'' olarak geçen 14 şubattayız. Gerçi benim için ilk kopya koyun Dolly'nin ölümünden başka bir anlam ifade etmiyorsa da; bugün önemli bir gün.

 Hadi sevgililerinizin elini tutup bugün ona daha büyük cıvıklıklar yapın. Tek tavsiyem bu; normalde romantizm konusunda üzerime tanımam ama bu aralar yalnız takılmayı bir kızın dırdırını çekmeye tercih ediyorum. Bu yüzden cıvıklık konusunda pek kreatif ('yaratıcı' demek ama görgüsüzlük edeyip yabancı kelime kullanayım dedim.) olamayacağım.

 Madem sevgilim yok, hediye alma, dışarıda sürtme gibi olaylarım olmayacağı için gittim cebimdeki paranın büyük bir kısmını iddaa'ya yatırdım. Ronaldo yine büyüklüğünü gösterdi ve 'Ronaldo gol atar' bahsimde haklı çıkmamı sağladı.

 Ee paran da var yavrum; şimdi ne yapacaksın?

 Para mutluluk değil arkadaş. Yani az bir para mutluluk değil. Parasızlığın kesinlikle mutsuzluk olduğu üzerine tezlerim yok değil tabi ama orta derece bir paranın 'tam mutluluk' getirmeyeceği kanısına vardım.


 Demin de söylemiştim sana; sen de yap güzel oluyor.

 ''İçinden geldiği gibi yaşa fakat tutunacak dal ararken s.ki tutma.'' demişti bir arkadaşım. Tamamen hak veriyorum artık ona.

 Buradayım işte. Tamamen silahsızım fakat sana karşı vereceğim savaşta ilk olarak cesaretimi öne süreceğim.

 14 Şubat bahane bro. Biraz yazasım geldi sadece o kadar. İstanbul'dan boşu boşuna geldim bir hafta önceden. Fakat işler iyi gidiyor gibi. Dur bakalım hayırlısı. Hayırlısı diye diye ışınlanacağım bir gün sanırım bu şehirden.

 Bazen sadece koz çekersin. Nah gelir o kupa kızı. Saklanmıştır bir yerlere; sen en iyi kozlarını feda edersin ama zaten o kazanacaktır gitmiştir çünkü çoktan kupanın papazı ası. Kim bilir hangi valenin altında yatıyordur; belki de ufak bir sayıya vurulup gidecektir bekledikten sonra.. Bunu hayatla bağdaştırmaya çalışmayacağım; gerizekalıya laf anlatmaya çalışmak gibi olur.

 Bu gece çekerim kafayı bir temiz uyurum ben arkadaş. Önümüzdeki 3 günüm de boş aslında  kaçsam mı bir yerlere diye plan yaparken pazartesi de gelmiş olur. Daha burada geçirmem gereken birkaç on hafta var sanırım. Neyse film arşivimi büyüttüm bari onlarla idare ederim.

 Sevgi dolu günler.

 Bu yazıya uygun parça yok gibi ya. Saçmalayalım bu sefer. Tüm yalnızların yalnız kalma sebeplerine gelsin.



Uzakta ve Hiçbir Yer'de



 Ne yapacağım bu bok çukurunda diye düşünmekten 1.5 senede kafamda saç kalmadı sanırım. Yok yok kalmış olmalı; bazen yıkadıktan 2 saat sonra karizmatik bir perçeme sahip olabiliyorum.

 Hiçbir şey için savaşmak nedir bilir misin dost? Hayatta kalmak, sadece nefes alıp vermek. Motosiklete bindiğinde bile yüzüne çarpan rüzgarın kalbine çarpmaması. O kadar durağan ve heyecansız ki; ölüm gibi sıkıcı birşey bile bazen gözüne güzel gözükebiliyor insanın. Hele ki arkada delil bırakmadan kendini ya da başka birini öldürmenin yüzlerce yöntemini biliyorsan.

 Ben bu yazıyı yazarken Lana Del Rey'den ''Ride'' parçasını dinlemek istiyordum aslında. Ama yazıya ilham vermiş olan ve yazı sonunda paylaşacağım şarkıya zorunlu bırakıldım yurt internet bağlantısı tarafından.

 Hiçbir insan, hiçbir duygu, hiçbir yer yaşandığında anlatılacak kadar soğuk olamaz. Sıcağına ne hissediyorsan onu yaşar ve sonrasında bırakır gidersin. Belki zihninin ufak bir köşesine yuva yapar kendine; beyninin sıcak ve pofuduk bir köşesine. Her yazılan da gerçek değildir aslında. Sen birilerine anlatırsın, onların haberleri bile olmaz; hissettirdiğinle, yaşanmışlığıyla kalır.

 Karabük beni kaç kere okudu acaba buradan?

 Geceye adım atıp o macera denen kaprisli, baştan çıkarıcı hanımın peşine düştüğüm zamanlarda bile bana ayazı ve soğuğu ile karşılık veren, ben gittiğim zamanlarda güneş açan, ben yaşadığım zamanlarda ise bana güneşi bile göstermeyen sisli ve puslu bir şehirden bahsediyorum.

 Her tarafı kapılarla dolu; yarısı açık yarısı kapalı. Durun bunları şarkı sözünden araklamıyorum tabiki de. Bahsettiğim; yaşadığım şehir. Aslında buradan kaçmak için milyonlarca sebebi olan insanlarla dolu olan; ama hiçbir çekiciliği bulunmamasına rağmen her seferinde buraya dönen insanlarla dolu olan bir şehir. Akşam çöktüğünde hayat biten, güneşi doğmayan.

 Birisinin hayatında birşeyleri değiştirmek için önce onun hayatında birşeyleri mahvetmen gerekebilir. Mesela güvenini, saygısını veya görüşlerini. Enkazın üzerine onu temizlemeden asla bina yapamazsın. Duvarı boyarken bile önce çatlaklarını kazıman ve sıvasını dökmen gerekir.

 Bir insanın tek marifeti mutsuzluktan somurtmak ve etrafındaki insanları da buna sürüklemek olamaz bence.
Komik olduğunu sanınca bazen sevimli olabilenler tanıyorum. Aynalarla barışık, yüzleri pürüzsüz, gözleri parlak. Hayata bakış açıları tozpembe. Bir de o tozu çekip kafa olmaya çalışanları biliyorum.

Olmaya çalıştığın kişi olmaya çalışırken bazen içindekini öldürürsün.

 Ben bunları gecenin karanlığı üzerime çökmüş, yalnız kalmış veya bunalmış bir durumdayken yazmıyorum. Dışarıda hava günlük güneşlik ve benim sadece tek bir dal sigara kadar sürem kaldı.

  Görüşmeye pantolonsuz gelen birisini gömleği iyi olduğu için işe alacak adamın aklından şüphe duyarım. Gerçi dış görünüşlerine bakıp insanları yargılamam gerektiğini öğrendiğimde aydınlanmıştım; orası ayrı mevzu.

 Bazen bir şarkı sizi 3 dakikada oturduğunuz sandalyeden uçurup başka diyarlar gezdirir. Sonra geri getirme güvencesi yok; çalma listem tam 4 saat. Ve aynı şarkıyı defalarca dinlesem bıkmayacağım durumlar oluyor.

 Sigaranız bazen siz içmeseniz de kısalır. Yani zaman her zaman sizin lehinize işlemez. İlaç değil, alışkanlıktır.

 Ne kadar bunaltıcı olursa olsun; bu şehri sevdim. En azından yaşamayı öğrendim. Ve bana birşey öğretti. Durup savaşmayı. 'Dani California' şarkısını 'Dani Karabük' diye coverlayabilmek için buradan yetkililerden izin istiyorum.

 Huzur içinde yat Karabük; anında bırak. Karabük göster dişlerini; o benim rahibem; ben onun rahibi.

 Hayatta kalmanın başka bir yolu da yaşamamaktır. Uğraşmamak, akışına bırakmak. Akmasa da damlayacağından su sızdıran bir hayattan zevk almaya çalışırken sadece yorulup eline geçmeyenlere üzülmeye fırsat bulamadan yorgunluktan uyuyakalırsın. Ve uyku denen şey tam olarak; çocukken zorla yaptırılan, büyüyünce zorla yaptırılmayan şeydir. Çocukken uyumaya zorlanırdık, şimdi ise bizi olabildiğince az uyutmak için herkes seferber olur.

 İç cebime birkaç gitar riff'i saklayıp hiçbir şey olmamış yok olabilirim aslında şuan içinde bulunduğum hayattan. Sadece korkmadığım şeylerden birisinin de yalnızlık olmadığını biliyorum.

 14 Şubat'a bir gün kala siz sadece yarın sabah kaç saat koşuya çıkayım diye düşünüyorsanız;
gelin bir çay içelim hadi benden olsun.

 Yaz geldiğinde aklımda sadece Alexandra Stan'in 'Lemonade' şarkısı olacak sanırım. Pitbull falan bu işe bir el atmalı, yazın hitleri şimdiden belli olamaz.

 Deniz görmeden aylarca yaşamak nedir bilir misin? Neyse biliyorsan anlatmaya gerek yok; bilmiyorsan da.

(-(-_(-_-)_-)-)  Bize öyle bir bilgi gelmedi? 
 Muhabbeti ne kadar uzatırsan o kadar saçmalamaya başlarım. Kısa kesin benim yanımda her şeyi. Özellikle de aşk ilişkilerinizi. Ben kasımdan kasıma aşık olan ve aralıkta hayatın boşluğu ve anlamsızlığından yakınan bir adamım. 


 Hiçbir zaman ağzımdan bir kadının sözlerini duymayacaksınız. En duygusal, hisli ve acıtan sözler aslında erkeklere aittir fakat erkek dediğin hislerini saklar; ve bu hiçbir zaman kimseyi alakadar etmez.

 Beni uzağa götür;
Neyse gel.

Öteki

 Ne kadar zaman oldu uyumayalı; hatırlamıyorum. Arkaya bakmadan yaşamayı öğrendiğimden beri sanırım.

 Her 'buradayım işte savaşıyorum' dediğinde yenilgiye uğrayan bir nesli temsilen yaşıyoruz. Bize dayatılan, seçme şansımız olmadan geldiğimiz bir hayatı yaşamaktayız.

 İçten görünmeye çalışıp abartanlardan nefret ediyorum. Güçlüden nefret ediyorum. Haklı olduğu için erdemli davranmak yerine haksızın üstüne gidenden nefret ediyorum. Geceleri açık olan tüm ışıklardan nefret ediyorum. Şehrin sokakları bile ölüyken gecenin bir saatinde öğrenci evinin üst katındaki dairede sevişen çiftlerden nefret ediyorum. Sanal alemde caka satıp reelde köşe kapmaca oynayanlardan nefret ediyorum.

 Nothing Else Metallica'cısı kavramından nefret ediyorum. Lisede Popstar Abidin dinleyip tribe giren, üniversiteye geçince sabah kahvesini Eric Clapton'suz içemeyen kezbanlardan nefret ediyorum. Birşeyler için söz verip yapmayanlardan nefret ediyorum. Sadece bir kere arkadaş vasıtasıyla yüz-göz olduğum ve hoşlanmadığım adamın bana işi düştüğü ortamda selam vermesinden nefret ediyorum. Ben burada tek başıma oturmuş dünyaya adapte olmakla uğraşırken dışarıda dünyanın altını üstüne getirmeye çalışanlardan nefret ediyorum.

 Birşeyleri terk etmekten nefret ediyorum. Alışkanlıklarımı kırmaktan nefret ediyorum. Birinin bana sigarayı bırakmamı söylemesinden nefret ediyorum. Kibirli ve egoist insanlardan nefret ediyorum. Arabesk rap müzikten nefret ediyorum. Sabahın ilk kahvesini sigarasız içmekten nefret ediyorum. Eğitim fakültesinde okuyup derslerinin zorluğundan yakınanlardan nefret ediyorum. Mühendislik fakültesinin halı saha soyunma odasını andıran kantininden nefret ediyorum.

 Hayatın süprizlerle dolu olmasından nefret ediyorum. Birden düzenimi tam kurdum derken birisinin gelip beni kendine bağlayıp gitmesinden nefret ediyorum. Terk edilmekten, terk etmekten, umut vermekten, bir işe başlarken kararsız olmaktan, rüyamı gerçekleştiriceğine inandıranlardan, çok güzel gülüp sonradan başkalarına boncuk dağıtanlardan, benim olmayan her güzelden nefret ediyorum.

 Frantic'i gaza getirici değil de kafa şişirici bulanlardan nefret ediyorum.

 Balığın inadından, ikizlerin dengesizliğinden, yayın anlayış eksikliğinden, aslanın egosundan, kovanın anlamsızlığından nefret ediyorum.

Yazının böyle yarım kalmasından  nefret ediyorum. Devam edecek.

Ve Şeytan Kadını Ayarttı.

 Açık kumral saçlar, yemyeşil gözler; bembeyaz bir ten. Hey dostum! buna aşık olmamak için daha ne kadar direneceksin? diye soruyordu sanki zihnim bana. Hayır tamam sarışının adı vardı; esmerin tadı fakat bu sefer farklı birşeye çarpmış olmalıydım.

 Gözlerinde 'seni buraya bir ömür hapsedebilirim' bakışını yakaladığım zamanlarda 'evet içine düşmek istiyorum; beni bir ömür kalbine hapset; içine sok beni sakla orada; işte bunlar hep seks diyordum içimden..

 Bir kere 'olm o çok tatlı lan sikilmez ki o' masumiyetini ilk okulda bırakmış olmak gerekir. Çünkü emin ol dostum senin o sikmeye doyamayacağın kızları eninde sonunda öküzün biri çatur çutur sikecek. O yüzden metaneti elden düşürmemek de gerek.

Aşk ve sevgi denen kavramlar dünya üzerinde en fazla üzerinde durulan ve bastırılan duyguların açlığıdır aslında. Sahiplenilme, sahiplenme, güvenme ve hayranlık duymanın üzerine kuruludur aslında çoğu ilişkilerin başlangıcı. en yakınınızda da en uzağınızda da olsa güvendiğinizi iddia ettiğiniz insanın sesi içinizi ısıtıyor ve sizi mutlu ediyorsa; koşun ve yıldızlara dokunmaya başlayın derim.

 Konuyu dağıtmadan devam edelim.

 Şu ana kadar tanıştığım tüm kadınların benim nihilist kişiliğime karşıt olarak hemen varoluşçu yanlarını göstermelerine ne demeliydim? Birşeylere öylesine bağlıydılar ki; bazıları evlenmek için annelerinin onlara uygun koca bulmalarını bekliyor gibiydiler. Hele bunlardan biriyle olur da ilişki ıvır zıvırına girmeyi başardıysanız (sevgililik olarak ilişki) iyice olay boka sarmaya başlar.

 Kızlar babalarına aşıktırlar. İlk güvendikleri adam da odur. Annelerine erkekler kadar bağlı olmasalar da babanın verdiği güven ve korunma duygusundan dolayı babaları onlar için birer yenilmezdir. Sonra karşılaştıkları erkeklerde de ilk olarak babalarını görmeye çalışırlar ve onlardan babalarından gördükleri ilgi, karşılıksız sevgi ve güleryüzü görmeyi beklerler.

 Tabi biz annelerine aşık erkek nesli ise gördüğümüz bu kaprisli, annelik duygusundan uzak, egoist varlıkları tanıdıkça olayın iç yüzünü görmeye başlarız.

 Aslında olayın aslı şurada başlıyor.

 Kadın için de erkek için de geçerli olan şu olayda. 'Ben yıllardır tecrübe edinmişim, aldatılmışım, yalnız kalmışım, hayallerim, güvenim defalarca kez kırılmış.. Şimdi hiç tanımadığım bir yabancı gelip de bana güven diyecek; siktir la oradan' diyecek potansiyel manyaklarla yaşadığımız bir çağda aşkın ve sevginin gücünden bahsetmek biraz gülünç kalabiliyor.

 Moruk karşındaki canlı bir kere o sandığın ya da bahsettiğin kadar basit değil. Şuanda şunu okurken bile aklından kaç tane tilkinin geçtiği bilinmeyecek olan kadınların planlarının yanında senin 'lan bunu okusam sonra bi posta atar yatarım yarın sabah kahvaltıya kadar' planın karıncayiyenin ağzındaki karınca ç.kü gibi kalır.

 Kadın dediğin komplike yaratıklardır moruk. Düşünür, sentezler, akıl süzgecinden geçirir. Biz hormonlarla çalışan erkekler gibi değiller anlayacağın. Beni bir oturma odası ve mutfağı olan bir eve bir hatunla kapat; sadece yemeğimi yapıp televizyon kumandasını elime versin ben ömrüm boyunca şikayet etmem. Ama hiçbir kızı bu teklifle kendinize bağlayamazsınız. Bir karavanda ömür geçirmek gibi fantezileri olan ergenleri salla. 2. günden sonra 'annemi özlediğeaaam' diye ağlayacaklarını garanti edebilirim.

 Bir de kadınların alışveriş, erkeklerin teknoloji tutkunu oldukları doğrudur. Gelin bunu bilimsel olarak inceleyelim.

 Ayrılık sonrası kadın;
 Hemen ardındaki gün başlayacaktır ağlamaya. Çünkü ortada her ne kadar sevmiyor veya güvenmiyor olsa da emek verdiği bir ilişki duruyor. Ona harcadığı zamana ağlar yani hiç olmazsa. Biz burada ortalama ilişkileri ele alıyoruz. İlk birkaç gün kafasını gömdüğü yastıktan alamayız onu. Pişmanlık, duygusal boşluk ve yalnızlığın o yüzüne yüzüne vuran soğukluğunu ilk seferde hisseder kadın. İşte kadınları bu dönemlerinde yakaladığınızda sevişebilme ihtimalinizin en yüksek olduğu dönemlerdesinizdir. Her sevişme bir önceki aşkın intikamıdır unutmayın asla. Birkaç farklı teni hissettikten sonra sıkılıp bırakır kadınımız karşı cinsle uğraşmayı. Çünkü içinde hala önceden kalan o intikam duygusu gizlidir.

 Kadın eğer bir de sevdiyse karşısındaki ne yapmış olursa olsun her zaman açık bir kapı vardır. O kapıdan girmeyi bilen yolu bulup zaten girecektir. Eğer giremediyse kadın uğraşmaya başlayacaktır ufaktan ufaktan. Bitmesin vs vs diye ağlaması değil olay. Eskisi gibi olmayacağımızı biliyorum, (hadi bana yeni bi sayfa aç) beni çok kırdın (ara beni taşkafa -Barney Stinson-), seni affediyorum (siktir lan kazığın ucunu daha da sivrilttin mi) gibisinden sözler sarf edilir. İstisnaları umrum dışı bırakarak genellemeler dahilinde devam ediyorum.

 Bunlar da mı olmadı? 'Ya şu Murat bana yazıyodu geçen yan sınıfta varya bi tane sakallı, uzun boylu. Heh onunla takılayım bari biraz' moduna geçilir. Eğer Murat'ın önceki çocuktan daha etkileyici yanları varsa Murat'a aşık olunur; Murat kadınımızın ağzına sıçıp terk edene kadar 'hiyaaa aşk çok güzel sevgilimi koluma takarım üç beş tur atarım' modunda gezilir. Terk edildiğimizde ise yine başa döneriz. Paradoksa gel.

 Eninde sonunda durgunlaşıp 'naapıyorum lan ben iyice kaşara bağladım sanırım' denilip uyku moduna alınır. İşte o sıra 'Bazı günler 25 saat uyuyorum' tarzı tweetler görebilirsiniz bu hanım kızlarımızdan.

 Sonra sonra aklın başına gelmesi, arkadaşlarının olduğunu fark etmek, dışarıya açılmalar, alışverişe çıkalım kızlarla, muhabbet eder kız kıza eğleniriz tripleri falan geliyor. Bol bol alışveriş yapılır, modaya uyulur ve saç şekli değiştirilir. En son moda kıyafetler alınır. Zaman geçtikte yeni erkeklere bakılmaya başlanır. Burada mottomuz tabiki de alışveriş.


Erkeğin durumuna göz atalım.
Eğer bir kilo pamuktan daha hafif değilse erkekte gözyaşı ilk günlerde rastlanacak bir olay değildir. Dırdır ve tripten kurtulmanın sevinci ile bağdan boşalmış it gibi kendini sokağa ve sahillere vurur. İçine çektiği her nefesi ayrı ayrı hissetmeye çalışır. Çünkü bu adamın yalnızlık denen şeyin çaresinden ergenliğe girdiği günden beri vardır. (2 posta koyun coplamak.)

 Hani vardır ya erkek ayrıldıktan sonra mutlu birkaç hafta sonra ağlıyor kadın ayrıldıktan sonra ağlıyor birkaç hafta sonra mutlu falan. İşte o tamamen doğru hacım. Kadına göre olanını açıkladık şimdi erkek kısmına geliyorum.
 Bir sürü emek verdiğin ama karşılığını alsan da almasan da bir şekilde bitmiş olan ilişki sonrası erkek kendini bakıma çekmeye başlar. Eğer sevgi ve aşk yoksa zaten ona ilişki demeye gerek yok fakat eğer haddinden de fazlaysa işte şimdi olay başlıyor demektir.

 Erkek bitişten sonra olayın sıcağına hiçbirşey anlayamaz. Çünkü kan beyne gitmeden önce bayağı bi meşgul olmuştur dizlerinin üst taraflarında. Ruslara gidilir, erkek erkeğe bira eşliğinde maçlar izlenir, bütün gün yorgun düşecek şekilde aktif olunur. Sonra parası suyunu çekince veya sıkılınca işte bir gece o yastığa başını koyarsın ve herşey sıcağı sıcağına geri döner. Pişmanlık, boşluk ve el değiştirilse bile kapanmayan yalnızlık. Şimdi ağlama ve hayıflanma sırası erkektedir.

 Ama elbet ki kimse sonsuza kadar bir kadının veya erkeğin arkasından ağlamamıştır. Neyzen Tevfik'in 'Ben deli miyim Mecnun gibi bir am için çöllere düşeyim; verirse verir, vermezse Leyla'yı da sikeyim.' dizeleri akla getirilip yola devam edilir. Arada sırada yatağa yattıkça aşağıdaki ufaklığa vuran sızı da halledilip geriye dönüş yaşanmadıktan sonra olay çabuk atlatılmıştır. Şimdi seni onun gibi sevecek, okşayacak, sana onun gibi gülecek birisini bulmak kaldı. Bulamadın mı?

 Hiç dert etme.. Dışarıdaki kezbanlarla uğraşmaktansa oyun oynayıp internette takılarak s.kinin yerini rahatlıkla unutabilirsin dostum. Janti abilerimiz gider evinde birkaç mobilyayı veya arabasını değiştirir, bizim gibi gariban öğrenci ise anca feng shui temellerine dayanarak kimya kitabını kitaplığın bir alt rafına koymaya başlar. En azından bir telefon değişir ve ayakkabı, oje, parfüm, yavru kedi muhabbetinden bunalmış olan bünye ufaktan da olsa teknolojik yeniliklere yeniden tutunmaya başlar. Biraz zaman geçtikten sonra zaten bünyen etrafındaki östrojen kokusuna kulakları dikmeye başlar doğası gereği. Burada da mottomuz teknoloji.

 Geleceğim nokta şu ki; geleceğim nokta yok hacı. Biraz birkaç şey karalayayım dedim. Aslında mevzu ne biliyor musun? Ben bu kodumun bloguna ne zaman mutsuz olsam, ne zaman dünyanın adaletsizliğinden bunalsam, ne zaman parasız kalıp eğlenecek birşeyden mahrum kalsam, ne zaman içsem, ne zaman terkedilsem, ne zaman aşık olsam, ne zaman uykusuzluk çeksem o zaman yazarım. Konunun başlıkla alakası yoktur, okunma kaygım yoktur, beğenilme ve beğendirme kaygım yoktur. Her zaman savunduğum tek bir şey vardır. Bunca şey anlatıyorum; bilmiş gibi konuşuyorum. Ama bunların hepsi benim fikirlerim. Belki de ben yanlış biliyorumdur; bilemeyiz.

 Emin ol 2 biraya daha fazlasından bahsedebilirim sana. Bu aralar bayağı sıkışık durumdayım da. Zaten zengin filozof nerde görülmüş. Eski fotoğraflara bakarsan bütün filozoflar çul çaput içerisinde geziyorlarmış. Parası olan adamın düşünmeye ihtiyacı yoktur. Parasız adamın da aptal olma lüksü yok. Zenginin aptal olma hakkı olmasa bile lüksü var adamın. Kendini eğlendiren veya düşünmekten alıkoyabilen birşeylerle uğraşabilir.

 Wikipedia'nın kurucusundan ufak bir rica gibi oldu benim 2 bira maceram da. Kimseden bir bok istediğim yok. Oturun 2 bira açın ve şu adam ne anlatıyor adam gibi okuyun. Eleştirilecek bir tarafı varsa da gelin buyrun beraber eleştiririz. Hadi kalın sağlıcakla.

Not: Çok yalnızım amına koyim. Kendi kendime konuşuyorum madem, dedim bloga da konuşayım.

Ha bir de buna şarkı lazımdı değil mi.


Başlığa uygun olsun. ' But the devil take that woman for you know she treat me easy..'






Ya tamam amk yalan söylemeyeceğim tamam. Sanırım bu sefer gerçekten de aşık oldum. Mutlu değilim ama aşığım. Bence bu daha boktan bir duygu.