Sayfalar

Alayının Şerefine


  "Giden gidiyor ya kardeşim, sen zannediyor musun kalan kalabiliyor." 
 



ne olursa olsun yine de özlüyor insan.
hiç nefesini boş yere yorma ahmedim.
neyini özlüyorum niye özlüyorum bilmiyorum ki.
özlüyorum işte.
hani her hafta halı saha maçında yenilip
ertesi hafta yine o sahaya çıkmaya benziyor benimkisi.
ben ya oyunun kendisini seviyorum
ya da maçı kaybetmeye o kadar çok alışmışım ki koymuyor artık.
giden gidiyor ya kardeşim, sen zannediyor musun ki kalan kalabiliyor.
ilk o gidiyor lan.
gitme demiyor ya ilk o gidiyor lan.

nerde ne yapıyordur acaba sevdiklerimiz, sevgililerimiz?
onlar da bizim için ” ne yapıyordur acaba ” diyorlar mıdır la?
- mutlulardır herhalde.
onlar da mutlu olsunlar da
varlığımızla mutlu olamayanlar yokluğumuzla mutlu olsunlar ki, bir sike yarasın gidişimiz.

*yaşanan onca şeye
*pay edilen ekmeğe
*birlikte ilk defa dinlenen şarkılara
*ceptekini üleştirmeye
*başlı kıçlı yatmalara
*damı akan odalarda kurulan hayellere
*ilk aşklara
*ilk reddedilişlere
*salondaki çekyatta yattığımız eş dost gezmelerine
*sırf ucuz olsun diye yediğimiz ketçaplı pilavlara la
*yoklukta içtiğimiz mantarı hep içine düşen şişesinden ucuz şaraplara
*kaçak binilen trenlere
*esnaf lokantalarına
*görüşmediğimiz arkadaşlara
*ayrıldığımız sevgililere
*alayına isyan değil işte kardeşim;
 alayının şerefine içiyoruz lan…

hadi, cam cama, can cana..


Fikirler Asla Ölmez

  Şu ülkede yaşadığıma gurur duyma sebebim;

 Hala seni tanımlayabilecek bir cümle kuramam. Bir İngiliz, bir Fransız, bir Japon gelse seni bana benim sana anlatabileceğimden daha iyi anlatıyormuş gibi görünecek. Çünkü onlar ülkelerinde seni 'Tarihe yön veren, yoktan bir milleti var eden, elde avuçta hiçbirşey yokken yakın ve ortadoğuda bir cumhuriyet kuran bir adam olarak tanıdılar. Büyük bir komutan, hiçbir zaman güçlükler ne olursa olsun pes etmemiş bir asker, önce milletim, vatanım, cumhuriyetim diyen bir devlet adamı'' olarak bildiler.  Dünya üzerinde Venezuela'dan Hindistan'a; Hollanda'dan Japonya'ya kadar neredeyse tüm ülkelerde anıtı bulunan ve çoğunda da 'Yurtta barış cihanda barış' yazan bu dünyanın gelmiş geçmiş en büyük askeri dehalarından birisinin bu ülkeden çıkmış olma sebebi gurur kaynağımızdır elbette.


Bir millete yeni bir kader yazan bir adam için;

 


  ''Beyaz saray'daki görevim tamamlanınca ilk yapmak istediğim şey, zamanımızın bu en dikkate değer şahsiyetini ülkesinde ziyaret etmekti. Kader buna izin vermedi... Bu çapta insanlar dünyaya sık gelmezler.



Franklin Roosevelt - Abd başkanı, 1938''


 ''Savaşta Türkiye'yi kurtaran, savaştan sonra da Türk ulusunu yeniden dirilten Atatürk'ün ölümü, yalnız yurdu için değil, Avrupa için de en büyük kayıptır. Her sınıf halkın onun ardından döktükleri içten gözyaşları bu büyük kahramana ve modern Türkiye'nin Ata'sına layık bir tezahürden başka bir şey değildir.

Winston Churchill - İngiltere başbakanı, 1938''


 ''Kemal Atatürk yalnız bu yüzyılın en büyük liderlerinden biri değildir. Biz Pakistan'da onu, gelmiş geçmiş bütün çağların en büyük adamlarından biri olarak görüyoruz. O, yalnız sizin ulusunuzun sevgili önderi değildir. Dünyadaki bütün müslümanlar gözlerini sevgi ve hayranlık duygularıyla ona çevirmişlerdir.

Muhammed Eyüp Han - Pakistan devlet başkanı, 1963''

 Peki yabancılar için bile bu kadar saygı ve değer kazanan ulu önderin sadece kendisini ve o zamanki ülkeyi düşünerek değil, geleceği görerek, ileride refah toplumlar seviyesine ulaşabileceğine inandığı ülkesine, milletine güvenerek yaptığı devrimleri biz ne kadar yaşatmaya çalışıyoruz?

 Ülkemizin hali herkesin bildiği malum durumda. Karalamak isteyenler, reddedenler, geçmişini yok sayanlar, satanlar, alanlar, verenler, peşkeş çekenler, geleceğini, vatanını, milletini düşünmeyip sadece kendisi varmış gibi yaşayanlar...

 Bir de onu sadece ölüm yıldönümünde hatırlayan, yaptığı yenilikleri, devrimleri, uğruna savaştığı bağımsızlık,  eşitlik, adalet gibi kavramları sadece birilerini taklit ederek gerçekleştirmeye ve yaşatmaya çalışanlar var. Atatürk'ün dediği ve yaptığı gibi konuşarak, mukayese ederek, o zamanki medeniyetin gerektirdiklerini yerine getirerek, düşünerek -Bir gün benim fikirlerim ve bilim ters düşerse bilimi seçiniz.- sözünde olduğu gibi zamanın ne gerektirdiğini bilerek ve bilime dayanarak yapmak gerekmiyor mudur sizce? Bence en önemli noktalardan birisi budur. Mesela dinde midye yemenin mezheplere bağlı olması gibidir bu. O zamanki yol göstericinin bir açıklaması olamayacağı için zamanla, ihtiyaçlara bağlı olarak kararlar verilmiştir.

 Anlatmak istediğim şu; Atatürk her ne kadar ileriyi görebilen, milletinin gücünü bilen bir adam olsa bile zamanın ve teknolojinin getireceği her şeyden de haberi olamazdı. Hele ki ölümünün üzerinden 76 yıl geçmiş bir önderin hâla izinde yürüyebiliyorsak, ondan bekleyeceğimiz şeyleri sadece onun söylemiş ve yapmış olması gerekmez. O bize yolu gösterdi aslında. Akıl ile, bilim ile, düşünerek, savaşarak elde edilen zaferin kalıcı olacağına; huzur ve mutluluğa erdireceğine ve tüm dünyaya bunu kabul ettirebileceğine inandırdı.

 Ahirette insana sorarlar koçum. Sana dedelerin voktan bir vatanı emanet etti ve bu adamın yolundan gittiler; sen ne yaptın peki derler. Atatürk'ün kalkınma ve geliştirme için yaptıklarına karşın bizim zamanımızdaki cumhurbaşkanı için yapılan; harcanan parayla 4 tane uydu yapılabilecek bir saraya alkış tuttum mu diyeceksin? Senede bir kere mezarında ağlayıp bütün sene sadece taklit ederek, satın alarak, o bırakılan emanetlerin satılmasına göz yumarak, düşünmeden, sorgulamadan  yaşadım mı diyeceksin? Bunun hesabını nasıl vereceksin kardeşim benim?

 Hani bütün peygamberler ortadoğuya yollanmıştı ya; çünkü yahudiler bir türlü akıllanmamış,oradaki diğer toplumların gerçek bir öndere ihtiyaçları hep olmuştu ya; işte sana da o adam yollandı Allah tarafından güzel kardeşim. Ama sakın bu cümleden 'Atatürk'ü putmuşçasına kabul ediyorlar; peygamber demeye çalışıyor' anlamı çıkarma. O sana zamanın ihtiyaçlarına ışık gösteren bir kitap bırakıp gitmedi çünkü. O sana; yolunda yürüyebileceğin bir iz bıraktı. Fikir bıraktı; üzerinde senelerce düşünülebilecek sözler bıraktı. Öğretmenleri yeni nesili yoğuracak, bir eser haline getirecek insanlar olarak; doktorları da 'Beni Türk doktorlarına emanet ediniz' diyerek çağın en iyisi, en yeteneklisi olarak tanımladı. Bugün okullarda hala onun bıraktığı eserleri anma günleri, bayramlar coşkuyla kutlanıyorsa öğretmenlere hâla onun izinden gidebiliyor, işlerini yapabiliyorlar demektir.

 Diyorum ya; tanımlayamam Atatürk'ü bir Avrupalı, Asya'lı kadar. Nereye baksam ondan bir parça, ondan bir eser var. Sokakta ay yıldızlı bayrağın altında yaşayan her Türk evladının yüreğinde ondan bir parça, bir iz; beyninde bir düşüncesi, hareketlerinde bıraktığı bir fikri var. Haritanın dört bir köşesinde onun kimseye vermediği topraklarda bu bayrak hala dalgalanabiliyorsa onun hala yaşattığı bir şeyler var demektir. Bedeni burada olmasa bile fikirlerinin arkasından gidecek milyonlarca genç var. O zamanda şimdiye göre daha dine dayalı bir millet olmasına rağmen (dinci ve yobaz değil) laikliği kabul ettirebilmiş bir önderin sadece bu konuda bile binlerce övgüyü hak ettiğini söyleyebilirim. Ama eminim ki onun istediği yattığı yerde onu övmemiz değil; bıraktıklarını yaşatmamız, tek istediği şey olan muhasır medeniyetler seviyesine ulaşmamızdır.


En sevdiğim sözlerinden birisi de zaten gayet açık bir şekildedir.





 Batının gösterdiği üstünlüğün suçu sende değil Türk evladı. Ama göstereceği üstünlük ileride senin suçun olacak. Sen çalışkan ol. Üret, düşün, geliştir, uygula.

 Şu coğrafyaya gelmiş en büyük yol gösterici, lider, asker ve devlet adamı bizim kalbimizde yaşıyorken neden özenecek başka bir lider arayayım ki? Yüzlerce sayfa yazmaktansa sadece vermek istediğim mesajı verebildiğimi sanarak bu yazıyı burada bitiriyorum. Çünkü oturup övmemizi değil; bıraktığı yolda yürümemizi isteyen Mustafa Kemal'e ahirette hesap vereceğim zaman yüzüm kızarsın istemiyorum.