Sayfalar

Gölgesiz Birey - Tabutun Kapağını Tırmalama Dürtüsü

 Gözlerimi açtığımda tabutumun tahtası ile yüz yüze geldim. Marilyn Monroe geldi birden aklıma. 'Yaşasa tabutunun kapağını tırmalayacak kadından öte olmamıştı hiçbir zaman benim için. Seks sembolü olarak görülen, alelade simetri hastası bir birey için yüzünün bir kısmında leke olan baygın bakışlı bir sarışından öte gitmeyecek bir hatun.

 Tabutumun kapağını tırmalama fantezim yoktu hiç nereden çıktı acaba diye düşünmüyor da değilim. İşin ilginç tarafı şu durumdayken çırpınıp bağırarak yardım isteyeceğime oturmuş Marilyn Monroe'nun yüzündeki beni düşünüyorum. Beni gömmekte haklılar sanırım çok büyük psikolojik sorunlarım varmış diye geçirdim içimden. Ne olduğumu ya da kim olduğumu hatırlamıyordum. Marilyn Monroe ile nereden tanıştığımız hakkında en ufak bir fikrim bile yok. Ölümün bir sonuç olduğunu biliyordum fakat bu bir semptoma benziyordu daha çok; beni delirtmeye ya da hayatımı sorgulatacaktı sonra da ışığı görüp 'aaeeeyaaoo' fonu eşliğinde kolumda bir huri ile göğe yükselecektim. Huri işini abarttım tamam, genelde sır kapısı tarzı programlarda temiz yüzlü bir eleman oluyordu. Ee önce kendi bedenimi görmem gerekmiyor muydu? Edindiğim astral seyahat tecrübelerinden sonra bunların gerçekleşmesini bekliyordum hala.

 Arka fonda en sevdiğim şarkıları bekliyorum. Hani ben ölürken inceden bir Red Hot Chili Peppers  ya da R.E.M çalacaktı? Coldplay veya Aerosmith de kabulümdü. (Dur bi dakika. Lan ölmüyorsun ki gerzek. Eğer o tabutun içindeysen zaten çoktan birileri için ölmüşsün ve seni gömmeye karar verdiler. Vazgeçildiğinden değildi belki de, tepkisizliğinden bunalmış olabilirlerdi sadece. Ne kadar soğuk olabileceğini denememen gerekiyordu.) İç sesime eğer sus diyebilirsem doğrulup kefensiz gömüldüğüm tabutun kapağını kırmaya çalışacağım. Ama bütün hayatım boyunca konuştuğu için artık sessizliği benim için büyük eksiklik sayılacaktı. En azından arada sırada fısıldaması gerekiyor. Ya da ufak sürprizler bekliyor olabilirdim kendisinden.
 Beklentilerimi hayatım boyunca karşılayamayan insanların arasında yaşayıp durduğum yetmiyormuş gibi bir de beni bu karanlık ve daracık yerde yaşamış olduğum hayatı sorgulamaya ittiler. Nefret, kin, hırs, açlık ve boşluğu doyasıya yaşayıp durmuştum halbuki. Beklentilerim umurlarında değildi; nasıl göründükleri, ne yedikleri ya da ne iş yaptıkları benim umurumda olmadığı gibi. Biraz heyecan aradığım zamanlarda olabildiğine dengesiz bir insanla tanışıyorlardı. Bazılarına heyecan verici gelebiliyor. Hele de puzzle yapmak ya da bulmaca çözmekten hoşlanıyorlarsa. Benim gibi birisi ile uğraşmak bazen gerçekten de yıpratıcı oluyordu. Daha fazla incelemekten çekindikleri için onlara yeni kapılar açamıyordum ve bir süreden sonra bu rutin kendini tekrarlamaktan başka bir aksiyon göstermemeye başlıyordu. Onlara sırrımı ufak ufak veriyordum her seferinde. Kafamda kurguladığım oyunlar, gece yatmadan önce yazdığım senaryolar ve gözlerimin içine bakıp 'sana güveniyorum' diyenleri o anki samimiyetsizliklerinde boğma isteğimle ayakta durabiliyordum. Onlar kim miydi? İşte bunu hatırlamıyorum.

 Zaman geçtikçe daha da sıkıcı olmaya başlıyor karanlık. Üstelik bir tabutun içindeyseniz gün ağarsa bile doğan güneşin hiç sizin yüzünüze vurmayacağı gerçeğini ele alırsanız. İçine girildikten sonra geriye dönüş olmadığı söylenen tahtadan yapılma imam kayığında normalin aksine zihniniz aktifken yatarken pek sağlıklı düşünemezsiniz. En azından düşünmemelisiniz. Size bir ayrıntı daha vereyim. Sanırım bu tabuta girmeden önceki tecrübelerimden birisiydi. Bana kötülük etmek, beni üzmek istiyorsanız kendinizi sevdirin ve size en çok bağlandığım anda terk edip gidin. Merak etmeyin sonrasını. Ben kendimi sorgular, tutuklar, yargılar ve güzelce asarım. Altımdaki tabureyi çekmenize ihtiyacım yoktur. Kendime her sabah kalktığımda 'en azından ölümüne kadar hayattasın' diyerek yaşarım fakat en ufak düş kırıklığımda boynuma ip bağlamadan, altıma tabure almadan kendimi asmaya kalkarım. Belki de lanetim buydu; bilemedim. Yaratıcının bana içinde bulunduğunuz dünyayı yeniden bahşetme olasılığını düşünerek söylüyorum bunları. Ya da içinde bulunduğumun farkında olmadığım bir çizgi romanın çizeri talihsiz bir kaza sonucu elini kaybetmiştir ve beni de; kahramanını öldürmek zorunda kalmıştır. En azından artık onun farkındayım ve çizmeye devam etse bile hayal gücünün dışına çıkamayacağımı biliyorum. Bütün dünyanın sorunlarının benim hikayemde birikmesi neydi peki? Benden önce yaşananları da tarih dersinde belleğime zorla sokuşturmuşlardı. İlk atom bombasının atıldığı tarihten kuduz aşısının bulunduğu tarihe kadar hepsini bilmek zorunda bırakmışlardı. İlgiliymiş gibi davranıyormuşum galiba. Aklımda silik silik birkaç paragraf kalmış. Yaşadığım zamanın büyük sorunları yetmiyormuş gibi. Üstelik en küçük olasılıktan başlarsak, sırtımda çıkan en ufak sivilceyi bile kafama takabilen bir insanken bana bir başka insanın sıkıntı ve dertleri yüklenmeye çalışılmıştı. Mutsuzluktan sarhoş olduğum sıralarda sadece gelip beni gıdıklayarak güldürmeye çalıştığını zannedip canımı acıtan fakat bu durumun hoşuma gitmesi sonucu kahkahalara karıştığım anları yaşatan kardeşimden başkasının umurunda olduğumu düşünmüyorum. En büyük sevgi olan bir annenin evladına karşı olan sevgisinin altında bile 'ego' arayan bir nesil olup çıkmış durumdaydık. Bizden fazla uzakta olmayan bir jenerasyon da sosyal paylaşım sitelerinde kendilerini olabildiğince olmadıkları birisi gibi gösterip prim üzerine prim yaptıktan sonra ilk buluşmada tüm kroluk veya kezbanlıklarını çıkarıp masaya vururlardı. Fiziksel olarak değil; en azından tahta sesi çıkmazdı fakat gözlerindeki 'hayatı çözdüm ben' ışığı ile etrafını yaktıklarını sanarlardı. İlgiliymiş gibi görünüp içimden kahkalar atmayı onların sayelerinde öğrenmiştim. Biraz üzgün davranmak için aklıma kötü ya da utanç verici anlarımı getirmem gerekmiyordu. Karşımdakinin acizliğine gülüyordum sadece, pislik bir adamdım ben sanırım. Sevişen çiftlerin fotoğraflarının altına yazdıkları film replikleri ile hayat bulanlar; mesele yatağa geçmek olduğunda vücutlarının bekaretine sığınırlardı. Ruhlarının cinsel karmaşasından habersiz, libidosu tavan yapmış bir maymuna dönen yaratıklar görüyordum her seferinde. Ve bunlar; doğru düzgün elini tutamadıkları -genelde bu durumda bir taraf hep daha fazla gelir diğerine- ''sevgililerinden'' ayrıldıklarında 'tanrı bizim sevişmemizi kıskandı' tribine girip kendilerini dışarıdaki karşı ve denk olan cinslere açarlardı. Onlara hiçbir zaman sır veremezsiniz. Çünkü bulmaca çözmeyi severler. Siz gidip kendi ağzınızla onları sevdiğinizi söylersiniz ve bir cevap beklersiniz; onlar ise 'gerçekten de seviyor mu yoksa samimi taklidi mi yapıyor' tribindedirler çoktan.

 En sevdiğim kadınlar genelde sarhoş kadınlar olmuştur. Tüm çıplaklığıyla sizinledir çünkü. Bedenlerinin çıplaklığından bahsetmiyorum. Alkolün verdiği cesaretle ya da içtikleri şeyin birkaç bardak portakal suyuna damlalıkla eklenmiş votkadan başka bir şey olmadığından habersiz 'kafa oldum ben' tribi ile kendilerini dünyayı tersten görmüş gibi şartlandırmaları sonucu gerçekten uçmalarından ötürü kendilerinin en zayıf halinin göz önünde olduğundan habersiz olmasından bahsediyorum. İçmiş kadınlar bedenen olmasa bile zihinsel ve ruhsal olarak çıplaktırlar. Aylarca 'seninim ben her şeyim sensin benim' dedikleri adamların kollarında ağlayarak eski sevgililerini hala nasıl unutamadıklarını anlatırlar. Marla Singer olabilmek için akciğer kanserini nasıl göze aldıklarından bahsederler. Sizden bahsetmezler çünkü siz o anlık onların yanındasınızdır. Ayrıldıktan sonra değerinizi anlayıp acı çekecekler ve bunu başkalarına anlatacaklardır. Eninde sonunda olacaktır bu; aldatsalar, o eski sevgililerine geri dönseler ya da yeni birileri onların hikayesini dinlemek için can atsa da...
 Ve bu kadınlar size hayatınızın en güzel cinsel deneyimlerinizden birisini yaşatmayacaklardır. Çünkü bedeninin bekaretini savunup binbir türlü pisliği eski sevgilileri ile denemiş olan bu hayata erken yetişmiş kızlar asla sevişirken terlemenin ne kadar zevk verdiğini değil de sizin ona sürtünmenizin ne kadar zevk verdiğini düşünürler. Bunu sevmem işte. Tek zayıf noktalarıdır aslında. Alkolün verdiği bilinçsizlikle kalkanı düşmüş bir kız karşınızda durur ama onunla hiçbirşey yapmak istemezsiniz çünkü onun bilinci yerindeyken yapacağınız şeylerle eşdeğer zevki alamayacaksınızdır. Kendisini mutsuzluklarının ve alkolün verdiği sarhoşlukla kucağınıza atan bir kadından hiçbirşey bekleyemezsiniz. Peki onları neden mi seviyordum? Maskeleri yoktu çünkü. Bütün bilinci ve ruhu elimdeydi, istediğim gibi karıştırabiliyordum. Yapabileceklerinizi sadece bedensel olarak düşünmeyin. Bir bireyin sadece et ve kemik yığını olduğunu düşünmek kadar basite indirgenmemesi gereken hassas bir kürede bulunuyoruz. En azından küre değil ama üzerinde soluk alıp veren bedenlere sahip olan ruhlar hassastı. Ya da ben uyduruyorum yine. Bilmiyordum. Ben sadece bir bireyin tüm mutluluk, sevinç, hüzün, umut ve hayallerini birkaç sözümle hiç korkmadan benimle paylaşmasından hoşlanıyordum. Ruhlarının g noktalarını kaşımaktan başka bir şey yapmazdım aslında. Ve onlar uykuya daldıklarında; kalkıp bir sigara yakardım.

 Beni ne zaman çıkaracaklar gibisinden bir umudum yok bu kadar vakit geçtikten sonra zaten. Üzerimdeki karanlığı sevmeye bile başladım diyebilirim hatta biraz daha ileriye gidip burada ölene kadar kalabilirdim. Ölmediysem hala tabi. Ölmüş olmayı dilediğim anlardan biri de sahtekar ve yalancı topluma kendimi kabul ettirmeye kaptırmışken bir gece dönüp aynaya bakmamdı. 'Ne yaptığının farkında mısın' ifadesi aynadan bana bakıyordu. Nasıl bir hırs bürüdüyse gözlerimin önünde yanmakta olan hayallerim, kişiliğim ve benliğimi göremez olmuşum. Kendim olmayı seçtiğim günü unutmuşum. Her sabah kalktığımda yeni kararlar alır olmuştum. Bu durumdan elbette rahatsızdım fakat her seferinde yeni senaryolar yazmak gerekirdi çünkü her seferinde evrenin 'ama dostum sen bakarken soyunamıyorum' deme şekline uyuz oluyordum. Bir şair ya da ozan olmayacaktım belki ama canım her sıkıldığında yeni birşeyler yazmaya başlamıştım. Bu iş için illa kaleminizin kağıdınıza rahatsızlık vermesi gerekmiyor. Aklınızda kurgulayıp canlandırmaya geçtiğinizde birazcık da olsa gerçekçi olabiliyorsanız eğer; siz iyi bir yazarsınız diyerek kendimi iyice rezil duruma düşürmek istemiyorum.

 Sanırım oksijen giderek tükendiğinden saçmalama dozajım vakit geçtikçe artıyor. Birilerinin beni buradan çıkarması hakkındaki düşüncelerim tamamen uçtu. Sanırım kapağı tırmalamamın vakti yaklaşıyor. Neyse; en ufak fırsatı bile sömürebilen birisi olarak biraz daha düşünme izni veriyorum kendime.

 Söylediklerimden yola çıkarsanız -tavsiye ettiğim bir şey değildir bu- tek hayalimin bir gün yaşayan tüm insanların sırlarını öğrenmek olduğuna kanaat getirebilirsiniz. Hadi ama dostum; bunların hiçbirisinin önemi yok çünkü ben hala tabutumun kapağına bakıp iç sesimi susturmaya çalışan ve 'tırmalama vakti hala gelmedi sanırım' diye düşünen bir adamım. Ben ne Alexander Supertramp ne Gregory House ne de Tyler Durden'ım. Bende umduğunuz şeylerin hiçbirisini bulamayabilirsiniz. Hakkımı savunmam, düşene el uzatmam, kurumuş ağaçları sulamaya çalışmam. Bakire bir hamile gibiyim. Pardon bu yanlış oldu çünkü hala tabutumun kapağını tırmalama eğilimindeyim.

 Bazen tıkanmak gerektiğini biliyorum bir de. Sigara dumanını içime çekip çekip delicesine merdiven çıkmanın bir sonucu olarak tıkanmak değil. Tıpkı bir ergen tribiymişçesine o duyguyu gerçekten yaşamayı tahmin etmekten öte, o duyguyla iç içe olmak gereklidir. Bütün dünyanın size karşı taraf takındığını düşündüğünüz anlarda 'aman siktir et bende onlara çok meraklıydım sanki' deyip kendinizi hani o karşıdaki tarafta olan dünyanın birer bireyi olan arkadaşlarınızın arasına atmak değil mevzu. İşte tüm dünyanın size karşı olduğunu düşündüğünüzde yapmanız gereken onunla savaşacak gücü kendinizde bulup bulamayacağınızı ölçmek olabilir. Yalnızlığın dibine herkes vuruyor ama hiç kimse ömrünün sonuna kadar yalnız ve mutlu olabileceğine kendini ikna etmeye çalışmıyor. Farklı olmak isterken başka bir nefes alan, onu anlayıp ona tepki verebilecek bir canlının bulunduğu ortamlarda 'ben çok yalnızım kimse beni anlamıyooğğ' diye ağlayarak alabildiğince sıradan olduklarının farkında olmuyor kimse. Evde kaplumbağanızla konuşmak çekici geliyorsa anlattığım şeylerden muaf tutulmayacaksınız ne yazık ki; o kaplumbağa ile sizin probleminizdir.

 Dünyanın etrafınızda döndüğü fikrini terk ettiğiniz durumda dünya sizin etrafınızda dönmeye başlayacaktır. Evrenin soyunma hikayelerinden birisi daha. Bir gün evreni de tamamen çıplak yakalamayı düşünüyorum zaten. Çünkü bana yeterince yaklaşmışken sağlam bir tecavüzden zevk almasını büyük bir hazla izlemek istiyorum.

 İnsanlardan nefret etmiyorum. Aslına bakarsanız ediyorum. Fakat onlara böyle yansıtmamam gerekiyor. Çünkü beni bilgi, kültür ve akıl yönünden yenemediklerini anlayınca hemen boy, kilo, ayakkabı, giysi ve diğer saçma şeylerle kıyaslamaya başlıyorlar. Onlar da başarısız olunca hep bir örnek çıkıyor karşınıza. Sürekli ezilmişlik hissi taşımamak için sizin de çıtanızı aşağı doğru çekmeleri ya da kendilerini öyle motive etmeleri gerekiyor. Özgürlüğüyle övünenleri anlamıyorum. Kendini özgür zannedip her ay sonu 'bu ay sonunu da getiremedim' diyenlere rastlıyorum. Tamam hiç biriniz cebinizdeki para, telefon veya kredi kartı limitleriniz değilsiniz fakat kendinizi özgür zannederek toplumun esareti içerisinde çürüyorsunuz. Dışarıda size inanan birisini bulduğunuzda doğru söylemeyi unutuyorsunuz en yakın fırsatta. Ve kibir denilen ölümcül günahlardan en büyük kardeşin kafesine giriyorsunuz. Yalancılıktan bahsetmiyorum; yalan söylemeyi ve bana zekice söylenmiş yalanı iş işten geçtikten sonra öğrenmeyi severim. Başarısız bir yalancıyı asla affetmem. Çünkü benim karşımda anladığım anda ne kadar küçük düşebileceğini göze almadan bana yutturabileceğini zannederek yalan söylemeyi göze alan birisi asla benimle boy ölçüşemeyecektir. Karşınızdaki insan size inandığı için kendinizi ondan üstün görüp, yüceltme provaları yapıyorsunuz. Ne kadar hızlı çıkarsanız düşüşünüzün de o hızda olacağının farkında değilsinizdir. Hayat güzel, çimler daha yeşil, gökyüzü daha mavidir.
Ve hiçbir zaman kibire kapılmayın. Her şeyi bildiğinize emin olsanız dahi hep birileri sizden daha iyi bilecektir bazı şeyleri. Örnek vermekten nefret ederim fakat bu seferlik istisna yapacağım. Bir aptalın size hiçbirşey katmayacağını düşünürseniz, aptallığı ondan daha iyi bildiğinizi iddia etmiş olursunuz. Nasıl bir şey öğrenebilirim ki demeyin; en azından onu gözlemleyerek aptal olmamayı çözersiniz.

 Yaşama şansımın sıfıra indiği anlarda yaşadığım orgazmik kalp çarpıntılarım var geriye dönüp baktığımda sadece. Şu anda nedendir bilmiyorum ama içimde hiçbir korku yok. Tabutumun kapağının ne deseninde olduğunu bilmiyorum. Neden burada olduğum hakkında kesin bir fikrim olmadığını da belirtmiştim. İnsanları pislik gibi görmekten vazgeçtiğim anda onlar bana arkalarını dönmüşler ya da beni bu deliğe tıkmaya karar vermişlerdi.

 Dışarıda tecrübelerimi değerlendirebileceğim bir dünya beni bekliyordu. Hiç olmamışım gibi, sanki hiç yaşamamıştım onca acıyı ve kederi. Hiç kadere sövmemiş gibiydim. Ve talihimin bana her seferinde atmaya çalıştığı tokada karşılık gösterdiğim orta parmağımı bir defa daha göstermeye karar verdim.


 Ve tabutumun kapağına tüm gücümle yüklendim. Hayatımın fon müziği gerçekten de çalmaya başladı.


Good morning Vietnam.





Bir süre sonra gerçekten de herkesin yaşama şansı sıfıra iniyor. 70 sene sonra 7 milyar insanın daha dünyanın varlığını umursayamayacak durumda olması gerçeği. Gezdiğiniz o yollar falan var ya. Oralarda hep başkaları gezecek sizden sonra. Varlığınızdan habersiz. Sizin oralarda anılarınız vardır belki ama onların; anılarınızın hiçbirisinden haberleri olmayacak. Onlar yeni anılar üretmenin peşinde koşacaklar. Ve dünyanın ninnisi kulaklarında uğuldarken; aşk da ölüm de en tatlı anlarında sarılacak kollarına.



('Gölgesiz Birey' adlı hikayemin 1. bölümünü okuduğunuz için teşekkür eder, devamını sabırla bekleyeceğiniz için şimdiden teşekkür ederim. öperce. bu şarkı da tabutunun kapağını kaldırıp sonuna kadar savaşmaya karar verenlere gelsin.)



Hiç yorum yok:

Yorum Gönder