Sayfalar

Pişmanlık

 Hayattaki tek pişmanlığımın ya da tek sitemimin (sitemin kime diyeceksiniz o kendini biliyor. töbe töbe gece gece.) geç doğup Yüzüklerin Efendisi serisini ya da Fight Club'u yazamamış olmak. Çok saçma biliyorum ama bu iki kitapla kendimi o kadar özdeşleştirdim ki yere göğe sığdıramıyorum bu ikisini.
 Aragorn gibi dağ bayır gezmedim mi; gezdim. Gandalf gibi dağlara karşı çubuk tüttürmedim mi; tüttürdüm. Yoksa Merry ve Pippin gibi tarlalardan patates, lahana falan aşırmadım mı; aşırdım.
 Ee daha neyin feryadı bu dediğinizi duyar gibiyim. Ufak bir fikri olanlar için de; hayır canım hayır o yazarların popülerliğinde gözüm yok elbet.
Neden bu ikisi? Çok güzel bir cevap veremeyeceğim size. Az çok derdimi anlatabilirim sanırım ama. Yüzüklerin Efendisi benim için çok ayrıdır. İçimdeki hırsı ve kötüye karşı duyduğum nefreti çok iyi anlatır. Filmine gelirsek de doğa ve hayvan sevgimi (hayvandan kasıt: troll ve mûmakillerdir.) üst düzeye çıkarıyor. Yok bu tamamen yalandı. Ben Aragorn'a çok özenmiştim. Dağlarda kolculuk yapıyor, istediği yerde konaklayıp istediği zaman istediği yere gidebiliyordu. Arwen gibi bir hurisinin de olması cabası tabi. İçimdeki yalnız kalmak isteyen ergeni sadece bu karakter avutabilmişti. Ve savaşçılığı; filmde gördüğüm en iyi orta dünya savaşçısı, Gandalf'tan sonra gördüğüm en büyük savaş zekasına sahip karakterdi. Tabi güç yüzükleri döneminden bahsediyorum. Yoksa Tulkas gibi bir cengaverin varlığından haberdar olduğuma emin olabilirsiniz.

Fight Club'la daha sonraları tanıştım. Önce filmini izlemiştim. Nasıl oldu bilmiyorum. İlginç bir tesadüftü sanırım; ya da sözlüklerin birisinden görmüştüm. Yüzüklerin Efendisi daha çok hayal dünyama hitab ediyordu ve sadece hayal dünyamı değiştirmişti. Ama Fight Club dünyamı değiştirdi.. Nasıl mı?
"Ayy çok güzal bi film, tüketim toplumunu eleştiriyoooaaa" dediğin Fight Club var ya, sadece Starbucks'a ve Ikea'ya gönderme yapmıyor. Fight Club aslında en büyük göndermeyi insanın egosuna ve kibrine yapıyor.
 Ee bu işi nasıl yapıyor bu film?
Uzun uzun açıklamayacağım. Zaten bilen bilir, bilmeyen de araştırsın bir zahmet; michael sikkofield bu işi mükemmel bir şekilde anlatmış.
Yıllarca cemaat yurtlarında kalan birisi olarak
dur dur dur.. bu kurduğum cümleden sonra fazla açıklama yapmayacağım. Malum bu sene üniversiteyi kazandım ve gittiğim şehirde ev ya da özel yurt bulamadığım için cemaat yurduna kaydoldum. Ola ki o yurttan birisi benim bu yazılarımı okursa (ki okur elbet kaçarı yok. meleba şakirt slm nbr cnm?) kalacak yer sıkıntısı yaratmasın.
Cemaatten çok şey öğrendim. Bunu onlarla ilişiğim kalmadığı zaman yazdığım kitapların birisinde anlatıcam tabi. (okuduysan okudun lan nolcak al işte sevmiyorum sizi. erkeksen teker teker gelsene.)

"Hepimiz heba oluyoruz. Lanet olsun, bütün bir nesil benzin pompalıyor, garsonluk yapıyor, ya da beyaz yakalı köle olmuş. Reklamlar yüzünden araba ve kıyafet peşinde. Nefret ettiğimiz işlerde çalışıyor, gereksiz şeyler alıyoruz. Bizler tarihin ortanca çocuklarıyız. Bir acımız yok, ne büyük savaşı ne de büyük buhranı yaşadık. Bizim savaşımız ruhani bir savaş. Ve bunalımımız kendi hayatlarımız."

'İşte bu abicim işte bu' lafını en içten söylediğim zamandır bu sözü duyduğum an. Hayatımı 30 saniyede açıkladı adam dedim.
Harbiden lanet olsun. Üzerinize afiyet makine mühendisi olacağım tahmin ediyorum. Yani büyük bir kısmı bitti sanırım. Yeni başlıyor da olabilir ama orasına takılmayalım neyse. Sanki dünyayı kurtarmak bana kalıcak arkadaş. Tamamen beyaz yakalı köle olma adayıyım. Olasılıkları geçelim hadi; ilk okula başladığımdan beri gösteriş meraklısıyım. Ama annemin ve babamın çabalarıyla bu merakım kırılma noktasına gelmişti. Tabi ki özel terapi uygulamıyorlardı. Aldıkları maaşlar belliydi ve bunu bilmem yetiyordu. Neyin tribine giriyordum ki? X marka giysem ne olacak, y marka giysem ne olacaktı?
 Ama bu filmi izlediğim anda birşey farketmiştim. Cebindeki para, üstündeki elbise, ayağındaki ayakkabı, kolundaki saat.. Bunlar hep özgürlüğüne karşı senin üzerinde bir yüktü.
Filmin en büyük mesajlarından birisi de en başta veriliyordu; 'tüm umudunu kaybetmek özgürlüktü...'. Neydi şimdi bu?
Bence şuydu o;
 İnsan doğar yaşar, yaşar, yaşar.... ölür. Ee bu insan yaşar derken sadece dağda ot yiyip dereden su içmez elbet. Birşeyler alır, birşeyler giyer, diğerlerine gösteriş yapar, daha fazlasına sahip olur, daha fazla çalışır. Neden çalışır bu adam? Dur anlatayım.
 İşe girdiğimde bana bakan bir ailem vardı ve benim kira, fatura, mutfak gideri vb ödemem gerekmiyordu. Ben de yatırım yapmayı sevmeyen bir insan olduğum için (sevsem şuanda Rockefeller ailesine damat olmuştum) hep harcadım. Yeni elbise aldım, sonra bir tane daha bir tane daha. En iyi yemekleri yiyip, içkileri içmeye başladım. En sonunda bir gün fark ettim ki hayatım bu standartta devam etmeliydi. Malum, üniversiteye de hazırlanıyorsun ya; abandım derslere. Mühendis olup daha çok kazanıp daha çok harcayacaktım.
Dur dedim; nereye dedim. Nereye kadar dedim. İşte bu film sana bunu anlatmak istedi. Sistem; doğ, yaşa, ye, iç, satın al ve öl üzerine kuruluydu. Ve benim en büyük umudum çok paraya sahip olmaktı. Dolayısıyla paranın getirdiği tutsaklığa sahip olacaktım.
 Geleceğim nokta şu; o umudum olmadığı zaman benim için özgürlük demekti. Şuanki yaşam felsefemde 'yarın öleceksin' deseler 3 şeyden sonuncusunu söylerim.
1-Lan haber verdiğin iyi oldu bi boy abdesti alayım.
2-En yakın genelev nerde?
3-Siktir lan.
bak olaya bak. 1 numarada öbür dünyaya yöneliyorum. 2 numarada dünyevî zevklerimi yerine getiriyorum. 3 numara ise; dünyada bir amacım, ümidim yok ki zaten ahirette olsun hesabına giriyorum.
Düşünce doğru mu? tartışılır.  Ama şunu da belirteyim. Bana gelip de yarın öleceksin diyen birinin boynunu kırmaya çalışırım emin olun.

Çok yoruldum ya saat 7 oldu hala uyumadım. Kalanına sonra devam edeceğiz. Kontrol etmeden yayınlıyorum. Ofsayt durumlar için iletişime geçiniz. Editlemeyeceğim; ikinci kısımdan devam ederim.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder