Nereden çıktığını bilmiyorum. Bir yerde rastladım bu gruba. Senelerce bilinçsiz bir şekilde 'Californication' u dinledikten sonra biraz şarkılarını araştırmaya karar verdim. Meğer hayatımın grubu orada benden habersiz harikalar yaratıyormuş da haberim yokmuş.
Bazı şarkılar vardır; size daha güzel bir şarkı sözü yazılamayacağını, artık bundan güzel bir şarkı bestelenmeyeceğini söylerler. İçiniz burkulur; hele de bu dünyaya veda ederken arkanızda içinde bulunduğu akvaryumu deniz zanneden balık misali herşeyi görüp geçirdiğini sanan insanlara güzel birkaç söz armağan edip gitmek istiyorsanız. Bütün güzel sözlerin yazıldığını düşünürsünüz.
Ama Emre Aydın, Cem Adrian ya da Halil Sezai gibi ergen yüceltmesi şöhret balonlarını dinledikten sonra da bir düşünürüm. Bu adamlar Kurt Cobain, John Lennon, Paul Mccartney gibi üstadların harikalar yarattığı dünyaya hala eserler getirmeye çalışırlar. İşte o zaman yazasım gelir yeniden.
Lisedeyken bir dönem bu şarkıyla uyanıp şarkı bitene kadar bekledikten sonra müzik çalar'dan açmama müteakiben o zamanki sevdiceğime -hayatımda görüp görebileceğim en mükemmel insana- (şimdi nerelerde ne yapıyor kim bilir. belki de hayatın ironisi rüzgarın bizi birbirimizden ayrı yerlere atması ve birbirimizden habersiz birbirimizin parmak izlerinin bulunduğu o yarım hayatlarımızı yaşamaya alışmaya zorlamaktı. hiçbir zaman herşey bitti dedikten sonra mesaj atıp doğum gününü kutlayacak kadar yavşak olmadım. (aslına bakarsanız olmak gerekiyormuş çünkü arada sırada aklına düşmek istenen bazı beyinsiz kaşarlarda işe yarıyormuş meğer.) ama onun gerçekten de bir beyni vardı benim bile sevgiden öte saygı duyduğum. ve o hiçbir zaman benim ağzımdan 'mükemmelsin' harici hiçbir sıfatı duymadı, aklımdan da ötesi geçmedi zaten. ee hak edene hak ettiğini söylemekte üzerime yoktur. 'olur da bir gün yine seviş olur oğlum sakın ters birşey söyleme' diyenlere kulak asamadım malesef.) 'günaydın' diye mesaj atardım. Ve o da 'günaydın' derdi. Evet sadece 'günaydın' yeterliydi o zamanlar. Havalı sevgi sözcüklerine ihtiyacımız yoktu bizim. Çünkü birbirimizin gözlerine baktığımızda içimizden sevgi sözcükleri sayfalarca akıp giderdi zaten. Dilimizin ucunda olurdu; söyleyemezdik. Aşkımdan dilim tutulduğundan değil; ağzıma alacak sözcük bulamazdım sıfat olarak ona yakıştıramadım çünkü hiçbirisini. Birkaç harfin ardı ardına gelmesiyle oluşan ve gereksiz insanların gereksiz anlamlar yüklediği sözcükler yetmezdi sevgimi dudaklarımdan akıtmaya. Bende sadece gözlerine bakardım aşkla.
Sonradan o sözcükleri ucuz fahişeleri yatağa atmak için kullandım ama. Şiirden anlamazlardı fakat 'bebeğim bitanem meleğim' falan deyince dipleri düşerdi; gerçekten onları hiç anlayamadım. Boş bakan bir çift göze sahip bir adamın sesini titretip 'meleğim' demesine biterlerdi. Çünkü gözleri gözlerinizde olduğu halde akılları.. Konuşturmayın işte şimdi beni gece gece, gayet iyi biliyorsunuzdur o tipleri. Çok özel hissediyorlardı kendilerini -hayatının daha beşte birlik kısmını yeni yeni doldurmakta olup da hayatına giren erkek sayısını bilmeyenlerden bahsediyorum- böylece. (Ya da öyle görünürlerdi; benim için bir önemi yoktu zaten nasıl göründüklerinin. Samimi taklidi yapabilmekti önemli olan. Ve her seferinde ne kadar iyi yaptığımı görüp kendimle gurur duyardım -birisinin hala o kalkık götümü indirmesini bekliyorum evet- aşk ve sevgi hakkında gerçek bildiklerimi paylaşmam genelde. Ama bazı dengesizler ne yazıkki benimle aynı fikirdelermiş ve bunları tüm ergenlerle paylaşmış. -karşılıklı susabiliyorsanız; gerçekten seviyorsunuzdur-. Konuşmak için kendinizi zorluyorsanız karşınızdakinin üzerinde bazı emelleriniz veya onda harcayacak fazla vaktiniz olmadığı içindir.) Çünkü çoğunda 'sevgilim olur da yatarsam orospu olmam ama sevgilim değilken yatarsam orospu olurum' zihniyeti vardı. 'Arkadaş kalıp sevişme doğrultusunda ilerleyen' erkeklere karşı da her zaman zaafları olmuştur bu tip hatunların zaten. (bkz. kızların efendi adam yerine piç tercihi.) Ya da beyinleri ağızlarından akardı da ben görmezden gelirdim. Ee hata bir kere olur ikincisi zevke girer. Aaa bu paragrafı da küfürle kirlettik yine.
Her neyse; bu şarkının anlamını pek bilmezdim ilk başlarda. Öğrenmeye de çalışmamıştım. Melodisi hoşuma giderdi. Klibinde gülümseyen insanlara dikkat ederdim. Mutluluğu görürdüm hep yüzlerinde. 'Tell me baby' kadar oynak da değildi, 'Road Trippin' gibi insanı boğmuyordu da. Ayarı yerindeydi. Ve anlamını öğrendikten sonra sözleri.. Açık konuşayım; 'Tell me baby' i kirletene kadar favorim oydu (sözleri hiçbir zaman samimi gelmemişti ama birileri üzerinde -beyni ağzından akanlardan- denedim işe yaradı. hele de kendini değerliymiş gibi hissetmesini sağlamak istediğim birine söylerken) fakat 'Tell me baby' bendeki o çılgınca hayatın ritmini bozarcasına koşma hissini uyandırmaktan vazgeçip bir yalana -yalan olduğunu bildiğim halde- inanmamı sağlamasına ramak kaldığını fark edince bir daha ilk göz ağrım olan 'Snow' a geri döndüm. Çünkü 'kendini müzikte kaybedip anı yakala ve sakın bırakma. bu fırsat bir kere gelir ayağına' olayını burada kapmıştım. Bende kendime saklamaya karar verdim bu parçayı. Çünkü paylaşılmayacak kadar özeldi. Ne bir 'Bu benim hayatım' (It's my life - Bon Jovi) ne de New York'ta bir İngiliz adamdı. (Englishman in New York - Sting). Apayrıydı. It's my life'daki ortam çocuğu ya da Englishman in New York'taki dışlanmış herif yoktu. Sevgiyi anlatıyordu tarzından klişelere girmeyeceğim daha fazla. Oldukça özeldi; tanıştırandan ötürü. Üzerinden seneler geçse dahi hala zil sesim olabilme özelliğine sahip. Neyse, lafı çok uzattım; sonraki yazılarda görüşmek üzere. Keyifli dinlemeler.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder