Sayfalar

Eşek, Kuyu ve Midas

 Bazen bir su kuyusu ararsın. Maksat dert dökmek değildir aslında; Midas'ın da eşşeğin de amına koyayım diye bağırmak için.

 Evet; yine ben. Naber? Oğlum sana da acıyorum he. 2008'den beri sana neler saçmaladım neler. Bu defa da okuyucuyla değil; blogumla konuşuyorum evet.

 Burada ne eşek ne de Midas sensin.. Burada su kuyusu görevini üstleniyorsun. Neyse fazla açıklama yapmayayım anlatacaklarım var.

 Bu aralar hayatım Bradley Cooper'ın Limitless filminde haplanmadan önceki hali gibi.

 Ne mi var? Gece var, müzik var, daha doğrusu Frusciante var, sıkıntı ve bunalım var. Benden yaratıcı birşeyler mi bekliyorsun ki? Son sahlep paketimi de bu saatte sıcak süt bulma ihtimalim olmadığı için suyla yaptım. Bi boka benzediği yok ama; insan içiyor işte. Sabah ezanı bitene kadar içeceğimi ayarladım ve yine bilgisayarımın başına geçtim. Hayatımda heyecan verici hiçbirşey olmadığı gibi üstelik bilgisayarım bile son zamanlarda beni yarı yolda bırakmaya başladı. League of Legends oynuyorum bu aralar deli gibi. Başka hiçbir sosyal aktivitem yok. Odada tüm gün yalnız başıma oturup bilgisayar ekranına bakmaktan göz ve boyun sağlığıma kast ettiğimin farkındayım ama elimden başka hiçbir aktivite gelmiyor. Ha bir de saçlarım tutam tutam dökülüyor. Ama sağlıksız beslenme ve düzensiz uykudan sanırım. Uyku düzenim ölmüş olmalı evet. Günde 4 saat falan uyuyup hafta sonları yataktan hiç çıkmıyorum.

 'Bilime sevdalanmak' diye bir kitap okuyorum. Büyük bilim adamlarının yaşam hikayeleri diye almıştım fakat beklediğim gibi çıkmadı. MIT mezunlarının yarak kürek çocukluk anıları. Hayır gören de Bill Gates falan sanacak. Hepsinin yazılarının sonunda ufak biyografileri var.  Adam 4 yaşındayken misketlerini çok severmiş. Ee? Yahoo için yazılım geliştiricisi olmuş. Misketle ne alaka diyeceksin; bende çözemedim boşver.

 Özel hayatımın içine sıçayım zaten. Özel hayat denen birşey kalmadı ki Karabük denen bataklıkta. Bildiğin ruh gibi dolaşıyorum. Eski halimden eser yok gibi gibi. Ha; geçtiğimiz aylarda birazcık heyecan yaşadım evet ama benden bayağı uzaktaydı. Onun için hep soğumuş olarak geldi tabağıma hayat arzusu denilen şey. Bende artık vazgeçip bundan pişmanlık duymamam gerektiğini öğrendim. Sorsan evet özlüyorum ama aramıyorum da. Bilmiyorum; kendimi lehim, havya ve tornavidalar arasında buldum birden ve bu durumdan memnun gibiyim.

 Ya aslında anlatacak çok şeyinin olması ve anlatamamak nasıl kötü bir his biliyor musun? Aslında buraya dökebiliyorum herşeyi; mesela Ceren'in burayı okumadığına eminim. Ayrıldıktan sonra birbirimizle hiç ilgilenmeyip kendi hayatlarımıza dönmüş durumdaydık. Sonra o yediremedi ve beni hayatında arkadaş olarak da olsa istemediğini söyledi. Aslında söyleyiş şekli normal bir insanı oldukça kırıp incitecek şeylerdi ama nedense benim vurdumduymaz günüme denk geldi sanırım. Üzerinde durmadım pek. Çünkü ona da dediğim gibi; bir insanı kırmak istiyorsan bunu o insanın umrundayken yapmalısın. Artık olmayacağımızı söylediğinde benim için herşey bitmişti zaten. Ta ki olabileceğimizi söylediğinden beri umursadığım tek şey de buydu sanırım. Arada geçen zamanın nasıl akıp gittiğine hiç dikkat etmemiştim. Ne bileyim; mutluydum diyemem; uyuşuktum sadece. Hissetmiyordum. Ve benim istediğim şey de hep bu oldu zaten. Her gece Pearl Jam'ın 'Alive' parçasını dinleyip uyuyan bir adam olsam bile sabahları Ac/Dc' den 'Highway to Hell' ile uyanıyorum. Benden insanî duygular beklenmesi pek nahoş olurdu.

 Bu ilişkiden de öğrendiğim üzere; bizim için ne kadar çırpınılırsa çırpınılsın; hep hayatımızın içine eden, bizi mutsuzluğa sürükleyen ve yalnız bırakan insanların peşinde koşmaktan vazgeçemiyoruz. Onların haberleri olmasına gerek yok. Sadece acısını çekerek etrafımıza mutsuz imajı verebiliyoruz. Dışarıda onlarca birbirini hak etmeyen insan beraberken biz ise sessiz çığlıklarımızı bizi istemeyen, kırıp dökmüş ve gitmiş olanlara adıyoruz kendimizi. Ve acı çekiyoruz; bu hiç adil değil.

 Mutsuzluğun midede sancı şeklinde kendini gösterme şeklinden nefret ediyorum. Bazı geceler dayanılmaz ağrılar çekiyorum. Fiziksel bir hastalık da değil bu; biliyorum. Romantik serseriler gibi olacak ama belki de bu bir zamanlar karnımın içerisinde uçuşan kelebeklerin ölmesinden dolayı olabilir.

 Yazının ortalarına geldiğimizi hissediyorum. Zaten bu yazıyı başından sonuna kadar okuyan pek çıkmaz diye düşünüyorum. O zaman biraz daha derinlere inelim.

 Hani o geçen sene yurdun balkonunda Nirvana dinleyip dünyayı siktir eden adam vardı ya; o hala aynı düşüncelere sahip. Bu hayatta para, aşk ve gelecekten hiçbir beklentim hiç olmadı. Ama işimi ve üstüme düşeni yapmaktan da hiçbir zaman çekinmedim. Şu anda toplum beni ne olarak görüyor; öğrenci. O zaman öğrenci olmamın gerekliliklerini yerine getirmeliyim sadece diye düşünüyorum. Başımdan büyük işlere kalkışacağım zamanlar da elbet gelecek. Arada sırada duygularımı da dinleyip kendimi kaybettiğim oluyor elbette.

 Aslında keyif verici maddelere bağlanıp sadece rock'n roll hayat tarzını gayet de benimseyebilirdim. Tuttuğunla düzüşüp sonra hiçbirşey yokmuş gibi 'tutkularım var benim' deyip çekip gitmek en kolay ve zahmetsizi. Ama ben hayatıma giren her insana değer verdiğimi göstermekten hiçbir zaman çekinmemiş bir adam olmayı tercih ettim. Ve kötülükten uzak durmayı başardım sanırım. En güzel yorum da 'Seni nasıl kırmışlar böyle bir adamı; çok anlamsız' olmuştu. Kırılmadığım halde bana yapılanları anlattığımda çıkarılmış olan sonuç buydu. Ee bunu diyen de kırmaya çalıştığına göre geceleri rahatça uyuması gereken ben değil miyim?

 Dengesizim evet. Acı dolu sayfalarla dolu bir günlüğüm yok tabiki. Ruh halim pamuk ipliğine bağlı. Dışarıda dolaşırken aklıma taa lisedeyken mutlu olduğum geliyor ve hüzünleniyorum. Neden böyle oldum ben gibisinden kendimi sorgularken yakınımdan güzel bir parfüm kokusu geliyor ya da güzel bir gülüş görüyorum ve hepsi birden aklımdan uçup gidiyor. Sadece yaşam enerjisi ile doluyorum. O gülüşün sana yöneltilmiş olduğunu hissetmek ise tabi ayrı bir keyif. Sadece bunun için komik olmaya çalıştığım zamanları biliyorum. Türlü şebeklikler yapıp sevgilimi güldürmeye çalışıp sonra onun gülüşünün içime doldurduğu o sıcacık umut parçacıklarını hissetmek gibisi yok.

 Ama hayatımda hiçbir zaman partner konusunda mükemmeli aramadım. Kendimi mükemmelleştirme konusunda nirvanaya yaklaşmış olsam bile elimdeki ile yetinmeyi bildim hep. Seviyor mu, değer mi veriyor, mutsuz mu, yalnızlık mı çekiyor. Aa bende aynılarını hissediyorum deyip hadi birazcık şu monoton hayatlarımıza renk getirelim diyerek atlıyorum hemen tipine, zevklerine, beklentilerine bakmadan. Sanırım evleneceğim kadına da hala rastlamış değilim. Çünkü bir şekilde bitiyor ve ben onları bu sefer de kendi hayatlarına bakmaları gerektiğine ikna etmeye çalışıyorum. Kırıp dökmek benim işim değil. En azından hiçbir zaman öyle bir amacım olmadı. Ama insanoğlunun doğası gereği her seferinde ilk başlardaki yaptığım iyilikler unutuluyor ve ben kötü birisi olarak akıllarda kalıyorum. Güzel geçen günleri hatırlamamak ve kötü anılarla hayatını cehenneme çevirmeye çalışan bir sürü insan tanıdım. Çok çok kaba bir tabir olabilir ama kesinlikle inandığım bir söz vardır. 'Kimse s.kmeyeceği eşşeğin önüne saman koymaz' diye. Ay ne kadar terbiyesizsin diyebilirsin evet ama en saf duygu olan sevgide bile bir beklenti yok mu? Hoşlandığın insanın ya da direk sevdiğinin gözlerinin içine haykırmıyor musun 'Hey! Ben seni seviyorum. Ve sen de beni sev; çünkü ben mutlu olmak istiyorum. Ve bu seninle mümkün..' diye?.

 Sonra sonra insan büyüyor. Evet öyle ufacık kalmak istiyoruz hepimiz. Tek derdim cebimdeki misketin sayısı, yarınki pokemon macerası veya hoşlandığım kızın verdiği yarısı ısırılmış ve çikolatası emilmiş bonibon olmalıydı. Ama zaman geçiyor. Büyüyoruz ve dünyada kötü şeyler de olduğunu keşfediyoruz. Mutsuzluk kötü birşey diyorlar; ben tam çözemedim aslında. Çünkü hayatım boyunca kendimi sadece mutsuz hissettiğim dönemlerde geliştirebildim. Küçükken arkadaşlarımdan dışlanıp kendimi spora vermiştim; lisedeyken derslerin ağırlığı ve sınav stresi yüzünden karikatür çizip gitar çalmaya başlamıştım. İlk ciddi ayrılığımı yaşadığımda kendime ve tarzıma bir çeki düzen verme kararı almıştım.

 Aslında ne oldu biliyor musun? Olup bittikten sonra fark ediyor insan herşeyi. Bazen 'değmezmiş' diyorum ya; gerçekten değip değmediğini düşünmeden karşımdakinin hevesini kırmak için diyordum eskiden. Ama sonra bir bakıyorum ki gerçekten de değmiyormuş. O insanlarla geçireceğim vakitlerde yeni bir dil öğrenebilir, bir bilgisayar programı daha yazabilir ya da yeni bir müzik aleti kullanabilmek için ders alabilirdim.

 Hayat nefesimi kesen anıların toplamı falan değilmiş aslında. Hepsini gördüm. Ne varsa. Acısının da mutluluğunun da birşey getirmediğini fark ettim. Ama dostum; heyecan.. Hayatımda ne yaptıysam birazcık daha fazla heyecan için yaptım. Gözlerimi kapayıp elimdeki işi bırakıp direk atladım nerde bir 'mutlu olalım mı' çağrısı varsa. Hiç düşünmedim o yarım bıraktığım piyano derslerimi, yarısı bitmiş uzaktan kontrol sistemli quadcopterimi ya da büyük bir hevesle büyük bir kısmını yazdığım hikayeyi. Yeni bir ruh keşfetme arzusu her zaman ağır bastı. Hayatında mevcut olan insanlar hakkında bilmen gereken kadarını zaten biliyorsun. Yeni birisini keşfetmek çok heyecan verici değil mi?

 Fransızca şarkılar ve Pinhani dinledim son birkaç hafta. 'Ayrılık sonrası depresyonu' mu çekiyorum acaba deyip peripella'ya da abandım ama g.tümde başımda sivilce çıkınca ve durumum değişmeyince yeniden depreşen duygularımı kovaladım. Ne zaman olup biten birşeyleri karıştırsam ibretlik dersler çıkarıyorum zaten. En azından Karabük Üniversitesi'nde okuyan normal bir insan olduğum izlenimini veremediğimi fark ettim. Benden daha sıkıcı bir insan daha yoktur aslında bu dünya üzerinde. Gördüklerimi yansıtmaktan kendimin nasıl olduğunu unutmuşum. Egom ve dengesizliğim yüzünden bittiği düşünülen ilişkimizde tek suçlu benmişim aslında. Sen ne diye kendi halinde, mutsuz ve umutsuz biriyle uğraşırsın ki? Hayatın son 3 senedir zaten normal gitmiyor mu. Başından ne geçerse geçsin hala o günde yaşamıyor musun? Bir kere değiştiğini fark ettiğinde daha işler yoluna girdi mi bir daha?

 Zorladım şansımı; ne bileyim. Belki de bu yönümden dolayı egoist olabilirim evet.

 Ben sadece mutluluk dağıtmayı kendime görev edinmiş gibi davranıp aslında sevilmeyi bekleyen bir yaratığa dönüşmüşüm. Ve acıyla beslenir hale gelmişim. Ne kadar mutlu olursam o kadar da mutsuz olmuşum; çünkü mutsuzluk bana bir süre sonra keyif verici hale gelmiş.

 Bu son satırlar bana ait değil tabiki. Böyle bir izlenim bırakmışım. Neyse ne; ben geceleri yastığıma sarılıp uyuyor ve yarın ne giyeceğini düşünen birisini hayal ederek mutlu olacaksam zaten olmayayım.

 Ne bileyim be dost.. Mutlu olduğum günleri de arıyorum evet aramıyor değilim. Ama hep kırdılar beni sanırım. Bilmiyorum ya ben kırgınlık hissetmiyorum hiçbir yaşayan varlığa karşı ama kırılmam gereken şeyler yaptılar bana. Her anı gülücüklerle geçen haftalardan sonra birden bire bir insanın nasıl tamamen farklı birisine dönüştüğüne defalarca dehşet içerisinde tanıklık ettim. Belki de onlarla uğraşacağıma kendime daha fazla vakit ayırabilir, kendimi daha da geliştirip mükemmele daha da yaklaşabilirdim. Kadınlar bazen gerçekten de zaman kaybıymış gibi geliyor. Sevme ihtiyacımızı başka şeylerle de karşılayabilirdik değil mi?

 Ama ama ama.. Tanrı kadınları öylesine güzel yaratmış ki; madem sevmeyecektik neden öylesine güzel gülüyorlar? Niyedir ki saçlarının o denli uzaması..

 Sonra dedim ki kendime;

 Git ve mutluluğu kovala. Uyur; uyur belki hep yanında..





 Evet sevgili bloğum.. Bugün senin 5. yaş günün. Seni seviyorum. Hikayedeki kuyu sensin; eşek benim. Midas mı? Onu tanımıyorum.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder