Hayal kırıklığı üzerine yazılabilecek
tüm kelimeleri döktüm ben kağıda bu zamana kadar. Çünkü yaşarken kopardı
içimdeki umudu ve mutluluğu zaman. İçimde 31 yaşında bir ihtiyar yaşıyor. Çünkü
on sekizime bile varmadan tanıştım yalnızlıkla, çaresizlik ve korkuyla. Kalan
seneler sadece aynı dizinin yeni bölümleri gibi geldi geçti hayatımdan. Ben hep
introlari da dahil olmak üzere, tüm olayı başından sonuna kadar, değiştirmek
zorunda hissetmeden, elimde kumanda olmasına rağmen durup keyif alarak her anını
keyifle izledim.
Koşma yorulduysan, anaforda bogulduysan, sen de korkuyorsan
yalnızlıktan demişti Teo. Benim de o zamanlarda elimde bir şişe şarap, ben
kendim ve yalnızlığım içiyorduk boğulurcasina. Sıkça kulak veriyordum kendime
çok benzettiğimi düşündüğüm o haylaz çocuğa.
Ve sonra anlattı bana bebeğim,
nerden gelip nereye gitmek istediğini... Sonunda bir sokak lambası altında bir
nefeslik sigara dumanımı anlattılar yıllarca arkadaşlarım bana. Peşinden gitmeye
korktuğum şey hayallerim değil, anılarım olmuştu. Kaderin mızrağı sanırım zaten
İsa'nın değildi. Ama o sokak lambasının altındaki sigara dumanı bulutunda içimde
kırılan tüm umutlarım vardı, gri gökyüzüne karışıp yok olurken ben sadece
yürüyordum.
İçtikten sonra genelde sızmak yerine yazardım. Çünkü yalnızlık
çekiyordum, içimde 4 kişi yaşıyor olmasına rağmen. Ah, ikizler ikizler olmak
nasıldır size anlatamam. Öğrencisin, evlatsin, kişiliği oturmaya başlayan bir
bireysin ve belki de birkaç kalpte iz bırakmış bir serserisin. Hiçbirisi olmasan
bile en azından hayattasin...
Sevmek, dünyanın en güzel olayı üstadım. Doğayı
sev, eşyalarını sev, arkadaşlarını sev, işini sev, yaptığın her işi son kez
yapıyormuş gibi yap, hepsini bırak ilk olarak kendini sev. Yaratıcının bir
parçası olarak sev kendini, yaratılan sensin, yaradanı seversin dolaylı olarak.
Teslimiyetin getireceği huzur sen farkında olmasan da geliyor merak etme... Bunu
daha önce deneyimledigini inkar da edemezsin.
Belki önümüz yaz, gideriz bir
yerlere... Aynaya baktığımda gözlerimin yanlarındaki kırışıklıklar harici
yaşlılık belirtisi göremiyorum. Gözlerim halen ilk okula başladığında etrafa
ışık saçan heyecanıyla... Biraz sırtım mi kamburlasti, yoksa saçlarım mi
beyazladi.. neyse ki 30 yaşında hedefim tüm saçlarımın dökülmüş, şişman ve yıkık
birisi olmaktı, en azından halen yıldızların altında rüzgarla savrulan ruhuma
benzeyen dağınık saçlarım var. Hem de hiç dökülmemis olarak.
Hadi konu değişsin,
yazmayalim yine aynı aforizmalari diye diye bir kadeh daha devirelim. Çok
yorgunum. Gerçekten yorgunum. Geçtiğimiz bir senede hiç olmadığı kadar yaralanan
ruhum gerçekten ağır geliyor artık bana. Bir kariyerin bu kadar berbat bir
planla sistematik olarak çöküşünü uzaktan izlemek içimde kopmakta olan
fırtınaları daha da alevlendirmeyi asla bırakmıyor.
Hayaller yıkılabilir,
umutlar sönebilir, güç bitebilir. Ama yaşadığım, nefes aldığım süre boyunca
ilerlemeye devam edeceğime dair ettiğim yeminimi asla bozmayacagim. Uçarcasina
koşacağım, kosamazsam yürüyeceğim, yuruyemezsem emekleyecegim, emekleyemezsem de
sürünecegim. Ama ne olursa olsun ilerleyeceğim.
Mutlak son dediğimiz o finalden
sonrasını bilmediğim halde, bir umut ben ilerleyecegim. Hayatı sevdiğim için
değil, o kör kovanın gelip boynuma yapıştığı an düşündüğüm tüm iyi şeyler için,
üflenen ruhumla verilmiş o nefesimi gök kubbede hoş bir seda birakmak için
tuketecegim. Saat 3 olmuş, resimler buruşmuş...
Böylesine bir hayatı daha
yirmilerinde iken "ben göreceğimi gördüm, beni yüz üstü gömün" dediği halde
yaşayan bir adamı asla durdurmayacağız. Şans, emek, tutku, özveri, feragat... Ne
lazımsa, ne gerekiyorsa, ne şartsa... Kollarımı ve bacaklarimi kesseler bile
vücudumu boynumdan destekleyerek nasıl sürünecegimi biliyordum ben...
Düştüm.
Öyle böyle değil, çok kötü düştüm. Sanırsın ki tüm benliğim kırıldı. İçimden
gelen olası tevazu sonrası vasattan nasihatlar dinledim... Ne olursa olsun
kalkacağımı biliyordum. Çok çok zeki bir adam değilim, hayatta kalma içgüdülerim
sayesinde karakterimden taviz vermeden, gurur ve onurumla yaşamaya çalışmak ve
bunun farkında olmak beni ayakta tuttu.
Her yazıda aynı şeyi düşünürdüm.. hayat
bitince gerçekten de bitiyor mu diye. Çünkü geçmiş olsun denince geçmiyor da,
sağlık olsun denince kırılan dökülenler yerine gelmiyor da... Edite gerek yok,
kalemden ne söküldü ise bloğa verdiğim 10 yılı geçen arası üzerinden hediyesi
olsun. En önemlisi, o zamanlar başımda olan büyük sandığım dertlerin
hiçbirisinin şuanda bir önemi yok diyemem.
Ben treni kaçırmış bir neslin çocuğu
değil miyim, benim her zaman dertlerim olmak zorunda. Ve bunlar geçmişten gelmek
zorunda olmasa da yenilerinin hatırlatması ile mecburen olmakta. Selam olsun
bağrı yanık dostlara, dean winchester'a, jack peralta'ya, tutturduğum türkülere,
chensy'e, doublelift e, yanmaya devam eden dumanına, dexter morgan'a, gregory
house'a, bana bakan şişenin dibine, rhcp ye, teomana, hayatıma iyi veya kötü
imzasını bırakanlara, ceg e, uziye, çileli tükenip giden ömrüme, daredevil e,
tony starka, yaptığım tüm kesme işareti yanlışlarına, baktığım tüm küçük işlere,
yakmama ve yanmama, aşksız döndüremediğim ama yalansız döndürebildigim
dünyama...
Sen unut geçmişini, ben ilerledikçe her türlü zaten arkama bakarım.
Çünkü ne kadar ilerlediğimi görmeden nereye gittigimi bilemem. Noktalama
işaretleri, yanlış kullanılan harfler, suya düşen hayallerin yüzme bilmemesi
kadar önemli değil merak etmeyin azizim. Ankara'dan abim hiç gelmedi benim, ama
annem babam beni çok severmiş...
On yıldan fazla elim kaleme klavyeye
gitmemişti. Anlatsam roman değil, dolu dolu bir hayatin bir parçası olur...
İyiler kazanır, kötülükler kazınır dediler... Mutlu olmak için mutlu etmenin
yetmeyeceğini söylemediler.
Olsun, düşsek de kalkacagiz elbet. İyiler kazanır,
kötülükler kazınmasa da bir kelebeğin kanadından gelen rüzgarla dağılır belki
tüm bu kara bulutlar..